Oralarda hala bloguma gelen, yazılarımı okuyan daha doğrusu beni hatırlayan var mı bilmiyorum. Tek bildiğim içimde artık tutamayacak kadar biriken cümlelerimi; aleyhime kullanacak, yanımda ve yakınımda olduğunu iddia eden ama gerçekte asla öyle olmayan insanlara içimi dökerek harcamak yerine buraya, gerçekten evim gibi gördüğüm bloguma yazmaya karar verdim. Ama nereden, nasıl başlayacağımı asla bilemeyerek bu satırları karalıyorum. Benim birey olma ve kendimi bulma  savaşımı, benliğim için verdiğim mücadeleyi okuyan olursa, sesimi olabildiğince duyurmasını istiyorum. Ben o kadar çok sustum ki bu suskunluk beni ölümün kıyısına götürdü. 

 
Açıkçası cesaretimi ancak toparlayıp yazabiliyorum. Ne yaşadım, neyin içinden çıktım, anlamam ve algılamam yıllarımı aldı. Ve hatta belki bir ömrümü alacak. Sadece şunu farkettim, yazmak bana kimsenin veremediği şeyi veriyor. Cesaret ve özgürlük…


                            


Yazının buraya kadar olan kısmını birkaç gün önce yazdım. Ama daha fazlasını yazmaya gücüm kalmamış gibi hissedince bıraktım. Neler yaşadığımı detaylıca yazıp ne kurban psikolojisine girmek ne de acitasyonla negatif enerji yaymak istemiyorum. Sadece yıllarca yaşadığım manipülasyon ve beyin bulanıklığını ve bana hissettirdiklerini yazmak istiyorum. Bu tür insanlarla karşılaşan, bir arada yaşayan, yaşamak zorunda kalan, zihni karmakarışık olanlar için ve karşılaşma ihtimali olan herkes için ufak da olsa kendi çapımda bir şeyler anlatma derdindeyim. Onlardan herhangi birine bir ipucu, bir klavuz olabilirsem ne mutlu bana.  Yoksa bu suskunluk beni boğacak gibi hissediyorum. Yazmam lazım. İçimden taşan bu zehri kalemin gücüyle bertaraf etmem lazım. 

 

Geçen yıl ağustos ayında 12 yıllık evliliğimi bitirdim. Kolay bir karar değildi elbet fakat bir noktadan sonra bu kararı almamak sizi yiyip bitiriyor. Sadece sizi değil evde eğer varsa çocuklarınızı da zehirlemeye başlıyor. 

12 yılın alışkanlıklarından, huzursuzluklar olsa da evim dediğiniz yuvanızdan birden ayrılıyorsunuz. Ne benim ne de çocuklar için hiç kolay bir sene olmadı bu yüzden. Hele ikisi de özel çocukken diğer annelere göre iki kat yıpranmam gerekti. 

 

Bu süreç aslında birden olmadı. Ta nişanlandığımız haftadan beri ipuçları vardı aslında ama benim hem yaşımın çok genç olması, hem de aşırı bağlanmış olmam gözlerime büyük bir perde çekmişti. Aileden de özellikle annemden aman kimse duymasın, olay çıkmasın, yaşınız genç düzelir değişir laflarını duyarak geçen yılların aslında tamamen bir kandırmaca olduğunu anlamam çokta uzun süremedi ama biliyor musunuz bir kız çocuğuna annesi inanmazsa dünyada kimse inanmaz. Yıllarca bana kimse inanmaz diyerek gezindim. Çünkü karşımdaki insanlar öylesine büyük manipülasyon yapıyorlardı ki onları tanıyan herkesin gözünde dinini yaşamaya çalışan mükemmel kişilerdi. Elbette ailemin gözünde de öyle. Nasıl olmasın ki ev içerisinde başka diğerlerinin yanında ise bambaşka insanlardı.

 

Beni burdan tanıyan pek çok kişi belki diyecek ki sen de çok seviyordun anlatıyordun hatta. Doğrudur. O zamanlar öyle sanıyordum. Çünkü aslında o şeyin sevgiden ziyade ebeveynlerinden göremediği ilgi, sevgi ve değeri dışarıda arayan, gördüğü ilk ilgiyi sevgi sanan ve hiç sorgulamadan bağlanan bir genç kız olduğumu çok sonradan farkettim. Okudum, videolar izledim, araştırdım. Nihayetinde bunun asla gerçek bir sevgi ve evlilik olmadığının kanaatine vardım.

 

Zamanla bu insanlar bir şeyleri saklayamaz oldular. O mükemmellik perdesinin arkasında yatan safi kötülük yer yer ortaya çıkmaya başlamıştı bile. Bu sefer de çocukların hatrına sabredeyimler, onları üzmeye hakkım yok demeler başladı. Bunun da nasıl büyük bir yanlış olduğunu yine zamanla anladım.

 

Madem en başından beri bu durum vardı neden çocuk yaptın diyenler de oluyor. Bu apayrı bir konu ve çok özel bir mesele. En az iki sezonluk dizi çıkacak kadar da trajik.

 

Sizlerden ricam hiç bilmediğiniz hayatlar hakkında yargılamada bulunmayın. Kimin ne yaşadığını bilemezsiniz. Beni dışarıdan mükemmel bir hayat yaşıyor gibi gören okul arkadaşlarıma hiçbir şey söyleyememek o kadar ağırıma gidiyordu ki… Onlar bana özendiklerini, herkes tarafından çok saygı ve hürmet gördüğümü, meşhur bir akademisyenle evli olduğumu, istersem tüm kapıların açıldığını söylüyorlardı fakat benim, evin içinde hapsolduğum gerçek hayatımdan bihaberlerdi.

 

Herkese derdini anlatabilen bir insan değilim. Samimi olurum belki ama asla derdimi anlatamam. Çünkü güvenemiyorum. Ellerine bir silah veriyormuşum da ilk fırsatta bana sıkacaklarmış gibi hissediyorum. Bu yüzden hayır benim hayatım asla öyle değil diyemedim.

 

Burada da aynı şekilde. Tüm yaşadıklarımı bilen bir tane blogger arkadaşım var ama onunla da pandemiden beri hiç görüşemedik. Koptuk. Benim hatam olarak bakıyorum ama sebebi bana bağlı değildi. Benim son 3 yılım nasıldı biliyor musunuz? Boynuma takip için takılmış bir tek çipim eksikti onun dışında her şeyi gördüm, yaşadım.

 

Ben boşanma sürecinde ailemin yaşadığı şehre geldiğimde dışarı çıkamıyordum. Her an biri takip edecek, fotoğrafımı çekecek gibi geliyordu. İnsanların yüzüne bakamıyordum. Yaşadıklarımı görmelerinden, anlamalarından korkuyordum. Kendimi eve hapsetme planım vardı ama hem annem hem de abim asla buna izin vermeyip olur olmaz her şey için beni dışarı gönderdiler. İyi ki yapmışlar diyorum yoksa asla aşamazdım o takip edilme travmasını. 

 

İlk geldiğimiz haftalarda, markete gidişlerimin korkunçluğunu hatırlıyorum. O kadar korkuyorum ki sürekli arkama bakıyorum. Sürekli etrafımı kontrol ediyorum. Biri yanıma yaklaşsa çığlık atacak duruma geliyorum. Gözlerim tedirginlikle bakıyor. Alış verişi bu şekilde yapıyordum. Öylesine büyük bir tedirginlik vardı ki bende, bir an önce parayı ödeyip eve koşarak kaçmak istiyordum. Kasiyere para öderken asla yüzüne bakmıyordum. Bir şey dese dinlemiyor sadece para üstünü alıp koşar adım uzaklaşıyordum. Sürekli boyunumu, kafamı içeri doğru çekip saklıyordum. Kapüşonla geziyordum. Kimse beni görmesin, tanımasın, yaşadıklarımı bilmesin, anlamasın istiyordum.

 

Maalesef saklanarak geçmiyormuş bu süreç. Hala da geçmiş değil. Ama o haftaki kadar da berbat değil. En ağır antidepresanlarla başladığım bu süreç şimdilerde en hafif antidepresana doğru yol aldı. İnsanlardan, kalabalıklardan hala kaçıyorum. Kapüşon kullanamıyorsam güneş gözlüğü muhakkak gözümde oluyor ama eskisi gibi dışarıdan bakan bende bir sorun olduğunu anlamıyor. Geçecek mi bilmiyorum ama umutla bekliyorum. 

 

İntiharın ucundan dönmüş biri olarak bu noktaya nasıl geldiğimi, nasıl günlerce Allah’a yaşamak istediğimi söyleyerek yalvardığımı, kulaklarımda, beynimde sürekli intihar etmemi söyleyen o sesi nasıl susturduğumu bir narsistin özelliklerini ve onunla ilişki yaşayan bir empat kişiliğin yaşadıklarını konu ederek sizlere anlatacağım. Şimdilik gücüm tükendi. Daha fazla yazamıyorum. Kendinize iyi davranın ve şunu asla unutmayın narsistler şeytanın insan kılığına bürünmüş halidir. 

 

 



Sosyal Medya Hesaplarım:


İnstagram 

 

Twitter


Facebook