2. Bölüm
Koca bir gece boyunca akşamki görüşme için plan yaptıktan sonra, Zeynep'in dolabında kendime uygun bir şeyler bulamayıp soluğu yine kendi gardırobumda almıştım. Hayır, Zeyno'da elbise olmadığından değil her şey fazla abartı olduğu için iş görüşmesi ambiyansına uymayacaktı. Sonuçta adamın yanına, 'ne bileyim sen görüşelim deyince evlilik teklifi edeceksin sandım' elbisesi ile gitmeye gerek yoktu.
Diz kapağı hizamda, şifon kumaştan çiçekli bir elbise üzerine kot ceketimi geçirip altına da kahverengi midi çizmelerimi giyip çıkmıştım evden. Tabii omzumun üzerinden taktığım keten çapraz çantam da kombinimin tamamlayıcısı olarak yerini almıştı. Asla orta yol insanı olamıyordum. Hep uçlardaydım. Ya aşırı klasik ya aşırı spor... Bugünkü halim geçen akşam, neredeyse pijamalı gittiğim durumumdan hallice olsa da yine de RestA'ya yakışır biçimde giydiğimi sanmıyordum. Peki bu benim ne kadar umrumdaydı? Hiç..
Restorana yaklaştığımda Yağmur Hanım aramış ve beni otopark tarafındaki kapıda karşılayacağını söylemişti. Onu göremezsem kesinlikle içeri tek başıma geçmemem için de beni tembihlemişti. Daha ilk saatten başlayan gizem rahatsız etmiyor değildi ama yine de bu kadar gizemli olmayı gerektirecek proje neymiş öğrenmek istiyordum.
Beni getiren taksiden inip otopark kapısına doğru yürüyünce, ödül törenindeki iri korumayı görüp irkildim. İfadesiz duruşu, sadece mimiklerle anlaşması o gece de beni ürkütmüştü. Şimdi ise Yağmur Hanım gelmeden onunla muhatap olmak istemiyordum. Adama yaklaştıkça gerginliğim artmış, omuzumun üzerinden çapraz geçen çantamın askısına sıkı sıkıya tutunmuştum. Neyseki hemen arkasında, hoşgeldiniz diyerek neşe saçan Yağmur Hanım belirmişti de bu adamla muhatap olmak zorunda kalmadığım için mutlu olmuştum.
Koruma tanıdıktı fakat Yağmur Hanım'ın o gece güzelliğine hayran kaldığım, Demir Bey'in yanındaki o kadın çıkmasını hiç beklemiyordum. Ben de erkek olsam seninle olmak isterdim kız Yağmur dememek için kendimi zor tutuyordum şu an. Bunun yerine, hoş buldum dedim şaşkınlığımı gizlemeyerek.
"Ödül gecesinde tanışamamıştık. Ben Yağmur Yalın, Demir Bey'in asistanıyım." dedi elini uzatarak.
"Beni biliyorsunuz zaten Ezgi Yıldırım." dedim tokalaşırken.
"Memnun oldum. Bu arada tekrar tebrik ederim. Katran harika bir projeydi."
"Ben de memnun oldum. Teşekkür ederim." derken neden bilmiyorum utanmış gibi hissetmiştim. İyi ki sokakta tanınmıyordum, yoksa herkesten kaçacak delik aramaktan heba olabilirdim. O geceden sonra dizinin çok sıkı fanları hariç tanıyan yoktu da rahattım.
İçeri geçecek miyiz diye soracakken onun beni yönlendirmesi ile yürümeye başladık. İçeri geçtik geçmesine ama mutfağın içinden başka bir kapıya doğru yürüyüp, bahçeye çıktık. Burası geçen akşamki restorandı fakat bu bahçeyi görmemiştim. Ön taraf boğaza bakıyordu demek ki arka tarafta bahçeye açılıyordu bu yüzden gözümden kaçmıştı. Fakat asıl gizemin mutfaktan geçilen bahçe değil bahçeden de girdiğimiz bir kapının bizi yer altına doğru inen merdivenlere götürmesi ile başladığını anlamam uzun sürmedi.
Üzerine kırmızı keçe döşenmiş eski taş merdivenlere, bir hayli karanlık olduğu için sağlı sollu sarı renkte loşluk veren nostaljik lambalarla, sadece adımlarımızı görebilecek kadar bir aydınlatma sağlanmıştı. Farkında olmadan tapınak şövalyelerinin Türkiye şubesine götürülüyordum da beni mi kandırıyorlardı acaba? Neden olmasın? Belki de bu gece ayin geceleridir ve şeytana bir kurban sunacaklardır.
Abartmıyorum, sanki bir Kubrick filminde başroldüm ve basamaklarından döne döne inilen loş ışıklı daracık koridor, sunağa kendi ayakları ile giden kurbanları andırıyordu. Bir an hiç bitmeyeceğini düşündüğüm soğuk, ürpertili merdivenlerin sonunda oldukça aydınlık geniş bir salona çıktık. Zemini siyah beyaz karo döşeli, duvarları ise rahatsız edici kırmızılıkta bir ortam karşıladı bizi. Her bir köşeye bembeyaz, yarısı insan diğer yarısı hayvan heykelleri serpiştirilmişti. Hür ve seçilmiş tapınak locasından başka açıklaması olamazdı bu mekanın.
İçimdeki korkuyu çaktırmamak adına okuduğum e-kitapları ve novelleri düşünüyordum. Acaba bu gece yeni bölüm gelir miydi? Şu an düşünülecek en mantıklı şey buydu çünkü evet. Birazdan şeytana kurban edilecek kişi de ben değildim zaten.
"Ezgi Hanım siz şöyle geçin, Demir Bey şimdi gelir." diyen asistanın sesiyle kendime geldim.
Gösterdiği yerde geniş, kare bir yemek masası vardı. Üzerine yemek servisi çoktan yapılmış, hazır bir şekilde bizi bekliyordu.
Kesinlikle etrafı incelemeyecektim çünkü izledikçe tedirginliğim artıyordu. Çantamı yan tarafımdaki koltuğa koymadan önce içindeki telefonumu alıp elimde sıkı sıkı tutmaya başladım.
Tamamıyla önümdeki yemeklere odaklanmaya çalıştım. Hepsi de benim çok sevdiğim türden sebze ağırlıklıydı.
O gelene kadar yemeklerden de yiyemeyeceğime göre en mantıklı olan telefonla ilgilenmekti. Yoksa bu, dev mumlarla aydınlatılmış neredeyse karanlığa yakın, bordo rengin hakim olduğu, tuhaf tabloların yer aldığı salonda korkumu yenmekte zorlanacaktım. Sosyal medyadan, okuduğum kitabın yazarının son postuna baktım. Saat onda yeni bölümü yayımlayacağını söylüyordu. Heyecanlanıp hemen saate baktım dokuz buçuk olmak üzereydi.
Paylaşımdaki bölüm alıntısına bakacağım sırada, gelen kişinin Demir Bey olduğunu tahmin ettiğim adım seslerini duydum. Şimdi yanında e-kitap paylaşımlarına bakıp karizmamızı çizdiremezdik. Ekranı kapattım ama bölüm paylaşılır da haberim olmaz diye telefonun sesini açmayı da ihmal etmedim. Zeyno'dan önce okuyup geçen seferki bölümün sonunu söylemesinin intikamını almalıydım.
"Merhaba, hoş geldiniz, dedi Demir Bey elini uzatarak."
Merhaba, deyip karşılık verdim vermesine ama üzerindeki smokini görmek, kendi giydiklerimi anlık sorgulatmıştı.
Yüzüme de yansımış olacak ki yerine otururken sordu.
"Bir şey mi oldu?"
Hayır deyip geçiştirebilirdim ama nedense açıklama gereği hissettim.
"Geçen sefer restoranın diğer bölümüne eşofmanlı gelmiştim. Bu akşam da son derece spor bir havada geldim. Şimdi sizi böyle görünce, halimi anlık sorguladım."
Belli belirsiz gülüşünü yakaladım ifadesinde. Çok dikkatli bakmayınca anlaşılmıyordu bile.
"Nasıl rahat ediyorsanız öyle giyinin. Benim kıyafetim size özel değil." diyerek asrın odunluğunu yapmış olsa da hatta bozulmuş olsam da belli etmemeye çalıştım.
"Haklısınız." dedim ama sanırım yüz ifadem başka bir şeyler söylüyordu ki durumu kurtarmaya çalıştı.
"Yani diğer kısımda başka bir davet var, oraya uygun giymem gerekiyordu. Yoksa proje toplantılarına smokinle gelecek kadar delirmedim demek istedim." dedi.
"Anladım."
Meseleyi açar belki diye onun konuşmasını bekledim ama konuşmanın devamı gelmedi. Bakışlarımı masaya indirdiğim sırada, "Önce yemeklerimizi yiyelim." diyerek beni şaşırttı.
Sanki günlük yaptığımız bir eylemmiş gibi devam etmesi cidden kafamı karıştırmıştı. Yemeğe başladığımız sırada gelen bildirim sesi ile ikimizin de dikkati telefonuma kaydı.
Kilit ekranından gördüğüm kadarı ile okuduğum kitabın yeni bölümü için geri sayım oluşturulmuştu. Bildirim de ona aitti. Bugün en önemli sırların açığa çıkacağı bir bölüm olacağı için tüm okurlar ilk okuyan olmak için birbiri ile yarışıyordu doğal olarak.
Ekranı ters çevirip yemeğe devam ettim. Bu arada Demir Bey çok az miktarda ve epey hızlı yemiş, sanki acelesi varmış gibi beni beklemeye başlamıştı. Biri sizi beklerken yemek yemeğe çabalamak çok kötü bir his bence. En azından benim için. Demir Bey odunlukta sınır tanımıyordu.
Henüz doymamış olsam da beni izlemeye devam etmemesi için elimdeki çatalı bırakıp ağzımı peçeteyle sildim.
"Yemek yemeğe gelmediğimize göre. Meseleyi konuşsak iyi olur." Madem odunluğumuz meydana çıktı ben de ondan aşağı kalır yanımın olmadığını göstermeliydim.
"Öncelikle, bu geceki görüşmemizden hiç kimsenin haberinin olmaması gerekiyor. Bana bunun güvenini verebileceğinizi umuyorum. Son derece önemli ve gizlilik arz eden bir projenin içindesiniz ve..."
"Bir dakika bir dakika. Ben herhangi bir projenin içinde değilim. Bana sunulmuş bir teklif ya da kabul ettiğim bir anlaşma falan yok."
"Buraya gelmekle kabul ettiğinizi varsaymıştım ben..."
"Varsaymayın. Bilmediğim hiçbir işin içine girmem ben." dedim son derece sert bir ses tonuyla.
Sürekli cümlelerini bölmem onun da sinirine dokunmuş olmalıydı ki burnundan nefes verişi en az benimki kadar sinir doluydu.
"Tamam detayları konuşalım." dedi sükuneti sağlamak adına.
"Başta dediğim gibi gizlilik ve güven ilk şartımız..."
Yine pat diye cümlesini tam bitirmeden atlamak durumunda kalmıştım.
"Benimle görüşmek istediğinize göre öncesinde nasıl biri olduğumu, çalışma etiğimi araştırmışsınızdır eminim. Oradan bakınca boşboğaz birine mi benziyorum?"
"Projenin ciddiyeti ve gizliliği için birbirimize güvenmek zorundayız. Dahası, gözü kapalı güvenmek zorundayım. Aynı şekilde siz de bana."
Sevmediğim sularda dolaşıyordu bu adam. Güven en büyük problemdi benim için. Birisinin, sürekli bunu talep etmesi ise en büyük güvensizliğin o kişide olduğunu hatırlatıyordu bana. İster istemez gerilip karşımdakine bunu yansıtıyordum.
"Demir Bey, farkında mısınız beni böyle gizemli bir yere getirttiniz, hiç itiraz etmedim ve hala bana güvenden bahsediyorsunuz. Madem bu kadar güven sorununuz var benimle görüşmek istemeseydiniz. Kimse size yalvarmadı proje konuşalım diye." Bu cümleyi çokta düşünerek söylememiştim. Kafamın içinde geçmişin tozlu raflarından bir sahne oynuyordu çünkü. Buradan koşarak kaçma isteği ile dolup taşıran bir sahne...
"Biraz sakin mi olsak?" diyen adamla bir an duraksadım.
Gerçekten de şu an ne yapıyordum ben? Hayır nereye varmak istiyordum tartışmaya çalışarak? Kulağımda çınlayan tek cümle vardı şu an o da buraya ait olmayan o sahneydi. Yankılı bir ses konuşuyordu.
("Ezgi, ölüme gidiyoruz desem elimden tutup hadi diyebilmelisin.")
Gözlerimi kapatıp açtım. Masadaki suya titrek bir halde uzanıp bir yudum aldım. Suratımdan anlaşılıyor muydu bilmiyorum fakat karşımdaki adam son derece normal bir ifade ile bakıyordu. Sakinleşmeliydim bir an önce. Derin bir nefes alış verişinin ardından konuştum.
"Tamam, haklısınız. Devam edelim." Sesimdeki titreklikle, anlıkta olsa gözlerinde bir ifade belirdi ama çözemedim.
"Tam olarak benden istediğiniz ne? Nasıl bir proje bu."
"Bir belgesel yapmanızı istiyorum."
"Belgesel mi?"
"Evet."
"Bunca gizem bir belgesel için mi?"
"İsteyeceğim şey basit bir belgesel olmayacak. Çok büyük bir iş. Ülkenin ilk özel medya kuruluşu, AD Medya belgeseli... Zaman zaman tehlikeli sahnelere de şahit olacaksınız."
Bu adam kendi medya kuruluşundan bir sürü yönetmen bulabilecekken neden benimle vakit kaybediyordu anlamış değildim. Üstelik tehlike derken neyi kastettiğini de anlamamıştım.
"Bakın, en son üniversitede kısa bir belgesel çekmiştik. Bilirsiniz, öğrenci işi. Ben senaryo yazarıyım. Belgesel çeken yönetmen arkadaşlarımın numarasını verebilirim isterseniz. Sizin kanaldan da bir sürü yönetmen bulabilirsiniz bence."
Sanırım bu defa sinir harbi yaşama sırası ondaydı. Stresli bir nefes verip masadaki suya uzandı. Bence sakinleşmeye çalışıyordu.
"Ezgi Hanım." dedi epey sert ve otoriter tonda.
"Ben istersem, dünyanın en iyi belgesel yönetmenleriyle çalışabilirim. Oradan bakınca iş bilmez bir patron gibi mi görünüyorum?" dedi büyük gözlerini daha da açarak.
Vaay. Benim cümlemle beni vurmak ha.
"Yok onu demek istemedim. Ama ben de işinize pek yarayabilecek biri değilim sanki. Tehlikeli sahneler falan pek benlik değil."
"Bırakın da ona ben karar vereyim." dedi beni bölerek.
Konuyu tartışmadan uzaklaştırmamız gerekiyordu. Böyle yol alamayacaktık. Ayrıca neden iki profesyonel gibi konuşamıyorduk biz hiç anlamamıştım.
"Peki." Dedim pes edercesine.
"Baştan başlayalım. Bu şekilde anlaşamıyoruz."
"Evet, lafımı kesmezseniz öncesinde ben konuşayım."
Sinirlenmiştim ama belli etmemeye çalışacaktım. Arkama yaslanıp kollarımı bağladım. Dinliyorum demeye çalışıyordum ama belli ki karşı tarafa bu geçmemişti.
"Kendinizi konuya kapattınız. Bu şekilde anlaşamayız. O kollarınızı çözüp dinleyin."
Hiçbir şey söylemeden sadece sıkıntılı bir nefes vererek ellerimi masaya koydum. Oldu mu imasıyla baktım.
Sözlerine devam etti.
"AD Medya tarihini konu alan bir belgesel senaryosu hazırlamanızı istiyorum. Elbette AD'a yakışır büyüklükte olmalı. Kimlerle, hangi şartlar altında, nerede, nasıl kuruldu? İlk kurucularından bugüne kadar olan kıyıda köşede hangi mesele varsa değinmenizi istiyorum. Skandallar, iddialar ne varsa hepsi."
"Yapılabilir. Kolay."
"Değil. AD medya için ailemle de görüşmeniz gerekecek. Bunu nasıl yapacaksınız?"
"Yani, röportajlarla?"
"Sizin karşınızda dünkü televizyoncular yok. Öyle bir telefonla randevu alamazsınız. Hele ki söz konusu Piraye ve Alen Adin'se asistanlarına bile ulaşmanız için birkaç kişiyi araya sokmanız lazım."
Kendileri AD Medya ve TvA'nın sahipleri, Demir Adin'in de anne ve babası oluyorlardı. Gelmeden araştırmacı yeteneklerimi konuşturmuştum. (Sadece arama motoruna adamın ismini yazdı.)
"Beni tanıyorlardır eminim. Reddedileceğimi sanmıyorum." dedim büyük bir özgüvenle.
"Gazi Sonat'ta son dizisi için randevu almak istediğinde böyle demişti ama sonuç büyük bir hüsran oldu."
Gazi ağabeyim ulaşamadıysa ben hiç ulaşamazdım kibirleri ile meşhur bu çifte. Bakışlarımdan anlamış gibi devam etti.
"Belgesel sadece kanalla, medyayla sınırlı kalsın istemiyorum. Adinlerin evine de girmelisiniz. Çok detaylı olmalı. Gerekirse birkaç bölüm..." diye devam edecekti ki telefonuma gelen bildirimle susmak zorunda kaldı.
Kitap için geri sayım sayacı 10 dan geriye doğru saymaya başlamıştı. Gözlerim kocaman açıldı. Heyecanla beklemeye başladım.
"Çok önemli değilse devam ediyorum." diyen adamı hiç umursamadım bile.
"Bir dakika." Sonunda sayaç sıfırı görmüş, yeni bölüm yayımlanmıştı. Fakat yoğunluktan ötürü olsa gerek site açılmıyordu.
Sinirle telefonu masaya koydum ama bu sırada Demir Bey'in tuhaf bakışıyla karşılaştım.
Ben neden sürekli bu adama kendimi açıklamak zorunda hissediyordum? İşle ilgili önemli bir mesele deyip geçmek bu kadar zor olmamalıydı.
"Okuduğum kitaba yeni bölüm gelmiş. Site çöktü bakamıyorum." Diyerek açıklamada bulundum ama iş bu noktadan sonra daha da karmaşık bir hal aldı.
"Nasıl bir kitap ki bu çok önemli bir toplantı da bile aklınızdan çıkmıyor? Çok profesyonelsiniz." dedi.
Aptal ben, adamın kinayesini anlamamış, konuşmaya devam etmiştim.
"Şu meşhur kitap uygulaması var ya oradan okuyorum. Mecburi bir işti aslında ama şimdi bağımlısı oldum kitabın. Arkadaşımdan bölüme dair ipucu yememek için ondan önce okumam gerek."
Adam bana öyle bir baktı ki yüzüme karşı dümdüz gerizekalı dese anca bu kadar etki edebilirdi. Elini burun köküne götürüp umutsuz vaka dercesine kafa sallamasaydı eğer, benim jetonum hala düşmezdi.
"Pardon ben, biraz heyecanlanınca şey yaptım." diyerek saçmalamaya devam ettim.
"Şu ultra zengin erkek karakterle saf ve fakir kızın, para için anlaşmalı evlilik yaptığı aptal kitapların yazıldığı ergen sitesi mi?" dedi.
"Yani kimine göre, hatta düne kadar bana göre de öyleydi ama öyle olmadığını okuduğum kitapta gördüm. Tüm sosyal medyada olduğu gibi burada da her türden kitap ve insan var. Ergen sitesi diyemezsiniz." diyerekte bir güzel savunmaya geçtim. Ön yargılarımızı kırmalıydık. Bunu okuduğum bu kitapla anlamıştım.
"Anladım." dedi ama bu öyle bir anladım demekti ki ne siz sorun ne de ben söyleyeyim. Zeyno'dan ipucu yemeyi göze alıp telefonu sessiz moda geçirdim. Fazlasıyla saçmalamıştım. Adamla önemli bir proje konuşmaya gelmiştim ama ortam kanka muhabbetine dönmüştü. Aşırı profesyoneldik, gerçekten tebrikler.
"Kaç bölümlük olacak belgesel?" diyerek konuyu değiştirmeye çabaladım.
"Ne kadar isterseniz. Size kalmış. Önemli olan benim istediğim şekilde ilerlemesi. Ama bu işin arkasındaki gizli elin ben olduğumu hiç kimse özellikle de Adin ailesi bilmeyecek."dedi.
"Nasıl olacak ki o? Ayrıca neden bu kadar gizlilik var anlamış değilim."
" Projeyi kabul ederseniz zamanı gelince öğrenirsiniz."
"Ailenizden gizli kalması haricinde zor bir işe benzemiyor ama tam olarak nasıl yapacağımı anlayamadım. Neler gizli olacak, ailenizle nasıl konuşacağım?"
"Adin ailesi size çok sağlam bir güvenle bağlanmalı ki evlerinin kapılarını açsın. Her şeyi incelemenizi, benim hazırlayacağım tüm soruları sormanızı istiyorum. Gerekirse 7/24 Adinlerin yaşamına tanık olacaksınız. Elbette hepsi kayıt altında olmalı."
"Sizin de dediğiniz gibi karşımda dünkü televizyoncular yok. Medya sektörünün ilk büyük devinden bahsediyoruz. Asistanlarına bile ulaşamayacağım bu ailenin güvenini nasıl kazanacağım ki ben?"
"Benimle. Yanımda durarak. Birlikte hareket ederek. Benim en güvendiğim kişi olarak." dediği sırada aklıma olmayacak şeyler geliyor dedim içimden. Yalnız, sadece içimden demekle kalmamış gözlerimdeki o sinsi parıldamayla da karşımdaki adama belli etmiş olacaktım ki adam kendini açıklama gereği hissetmişti.
"Öyle bir şey değil. Fazla takılmışsınız e-kitap sitesinde siz. Sevgilim olarak ya da anlaşmalı evlilikle girecek değilsiniz evimize. Çıkın hayal aleminden." dedi.
Tam olarak aklımdan geçenler bunlardı oysa. Şu an yerin dibi yarılsa içine girer toprağı kendim atardım üstüme. O derece utanmıştım. Neler geçmişti aklımdan öyle tövbe tövbe...
"Ne alakası var acaba? Öyle bir şey ima etmedim ben." dedim ama adamın gözünde karizmayı çizdirmiştik bi kere.
Ufak bir tebessüm yakaladım yüzünde. Ufacık minicik.
Ilık, sakin, dingin bir tebessüm..
Kendimi toparlayıp ciddileştim.
"Neden bu kadar önemli ki bu belgesel?"
"Özel bir mesele yüzünden. Öğrenmem ve emin olmam gereken şeyler var. Aynı zamanda AD'ın 75. Yıl dönümünde gösterime girmesi için."
"Anladım. Peki neden beni seçtiniz ki onca ödüllü belgesel yönetmeni varken?"
" Özel bir mesele dedim. Ödüllü yönetmenlerle ya da toy bir senaristle çalışarak tüm proje ifşa olsun istemiyorum. Hem Gazi bu sektörde güvenilecek nadir insanlardan biri. O seni önerdiyse vardır bi bildiği diye düşünüyorum.."
"O zaman sizin için toy ya da güvensiz biri değilim. Kabul etmeme ihtimalim de var ama."
"Çok büyük bir meblağ ayrılacak bu iş için size. Edeceksiniz bence." dedikten sonra masadaki bıçağı aldı ve su dolu kadehe üç kere kuvvetli biçimde vurdu. Hah şimdi tapınakçılar girecek içeriye diye beklerken, saçma sapan bir şey takıldı aklıma. Bardak nasıl kırılmamıştı hayret etmiştim doğrusu.
Bıçağı masaya koyar koymaz salonun kapısı açıldı ve Yağmur Hanım elinde bir dosyayla içeri girdi. Fakat ne girmek. Az önceki spor kıyafetlerini çıkarmış. Üzerine çok şık, kısa bir gece elbisesi giymiş, beline kadar dökülen siyah saçlarını ise özgür bırakmıştı. Güzelliği ile zaten büyüleyici bir kadındı ama bu akşam bir başka havası vardı.
Elindeki dosyayı Demir Bey'in önüne koydu ve bana büyük bir tebessümle göz kırptı. Bu kızdan fazlasıyla ölümüne kankayız enerjisi almam normal miydi acaba? Ben de ona nezaketli bir tebessümle karşılık verdim.
Adam hiç istifini bozmadan dosyadan küçük bir kağıt çıkarıp bana uzattı. Bu bir çekti. Hayatımda ilk kez çek gördüğümü de belirtmek isterim. Sıfırı o kadar çoktu ki bir an tv kanalının tapusunu benim üzerime falan yaptılar sanmıştım. Üstelik Türk lirası da değil dolar olarak AD Medya adına imzalanmıştı.
Kağıda bakakaldığım sırada Demir Adin'in sesiyle kendime geldim.
"Anlaşmayı imzaladığınız an sizindir."
Peşin çalışacaktım. Sınırsız bölüm yetkisi verilmişti. Belgeselin tüm içeriği de beyefendiye aitti. Anladığım kadarıyla sadece senaryolaştırması bana kalıyordu. Kel dayının bu işte bir i*nelik olabilir pozuyla kafamı yana yatırdım ve "Düşünmem lazım." dedim. Adamın yok artık bakışı, Yağmur Hanımın ikimizi de umursamayıp salondan çıkışı ve benim şu an çok gerginim üstüme gelmeyin modum tam seyirlikti.
"Bir saatten fazladır gizemli bir belgesel konuşuyoruz. Siz olsanız şüphe etmez miydiniz? Bana bu gece müsaade edin. Yarın kararımı vermiş olurum." dedim önümdeki çeki tekrar adama uzatarak.
"Peki. Yarın sabah dokuza kadar size müsaade. Dokuzda haberleşiriz." Diyerek masadan bir hışımla kalktı.
Ben de toparlanıp onun yürüdüğü yöne doğru gideceğim sırada dönüp, "Siz geldiğiniz yerden çıkıyorsunuz. Aynı karede görüntü vermek istemiyorum." Deyip yine o harika nezaketini! konuşturdu.
Çok meraklıydım aynı karede çıkmaya demek vardı ya, imajım yeterince sarsılmıştı bu akşam. Daha fazla küçülmek istemedim.
Geldiğim kapıya doğru yaklaşınca kapı daha önce görmediğim bir koruma tarafından açıldı. Yağmur Hanım'ı görmeyi bekliyordum fakat o da ortalıkta yoktu. Tapınakçı merdivenlerini tekrar tırmanmaya başladık.
Koruma önde ben arkada soğuk merdivenleri çıkarken ne kadar saçma bir akşamdı demekten kendimi alamamıştım. Koruma duydu mu bilmiyorum ama çokta umrumda değildi bu durum. Bir an önce eve gidip kitabın yeni bölümünü okumak, dizinin final senaryosu üzerinde çalışmak istiyordum.
Nihayet, magmadan yer yüzüne çıkmayı başarmıştık. Korumanın peşimi bırakacağını sanmıştım ama öyle olmadı.
''Teşekkür ederim. Kendim gidebilirim artık.''
''Otoparka kadar size eşlik etmem söylendi.''dedi ve yanımda yürümeye devam etti.
Hiç sesimi çıkarmamaya karar verdim. Belli ki git desem de gitmeyecekti.
Arabaya binene kadar dibimden ayrılmadı. Hatta arabanın kapısını da kendisi kapatmaya çalıştı. Restorandan gitmemi garantiye almak istemişlerdi anlıyorum ama bu kadar önlem biraz fazlaydı.
Aslında hemen reddedeceğim bir iş olmalıydı ama ben nedense düşünmek istemiştim.
Eve ulaştığımda Zeyno mutfakta yazı yazmakla meşguldü. Normalde mutfakta yazı yazmak benim tarzımdır ama bugün yerime Zeyno geçmişti.
Mutfak kapısının pervazına yaslandım. Pencere kenarındaki sandalyeye kurulmuş, dalgın dalgın ekrana bakan arkadaşıma seslendim.
"Hayırdır? Yerime konmuşsun."
"Yaa ne demezsin. Yukarı kattaki yine başladı konsere, buraya kaçtım. Tabii müzik odası senin odanın üstündeki odada olmadığı için anlamazsın."
Gözümü devirip, kapıdan ayrıldım. Bir yandan da Zeyno'ya cevap veriyordum.
"Tabii canım senin odana gelen ses benim odama hiç gelmiyor zaten." Kot ceketimi vestiyere astım. Çantamı koymak üzere odama yöneldiğim sırada Zeyno yine seslendi.
"Aç mısın? Sevdiğin makarnadan yapmıştım yersen, var yani.''
Bu, Zeyno'nun annem moduydu ve o bu modunu açtıysa ağzınızdan laf almadan asla sizi bırakmazdı. Hiçbir şey demeden odama geçip çantamı bıraktım. Önce ne diyeceğimi düşünmem gerekiyordu.
Nereye gideceğim hakkında hiçbir şey söylememiştim kendisine. Aslında onun da amacı karnımı doyurmam değildi. Bu akşam son derece gizemli bir şekilde evden çıktın ve gece yarısı döndün. Hakkında her şeyi bilmek istiyorum demek istiyordu. Yoksa annem modunu asla açmaz, ''Allah el ve kol vermiş iki de göz eklemiş, kendi işini kendin yapabilirsin.''der ve odasına çekilirdi.
Merak etmekte haklıydı. Benim gibi evden zorunlu haller dışında hiç çıkmayan birinin, hiçbir şey söylemeden evden çıkıp gece yarısı, evin kuralı olan saatin dışında gelmesi elbette bir noluyo ya dedirtirdi. Birazdan odamı basıp burada saksı konuşmuyor ve ben de Erol Büyükburç değilim, diyecekti eminim. Umursamazsam Kadırgalı Seda'ya bağlayacaktı. Fakat benim de kendimce geliştirdiğim bazı silahlarım vardı.
Pijamalarımı giyip odadan çıktım ve mutfağa yanına gittim. Hala harıl harıl yazı yazıyordu. Kendime bir bardak su doldurup masaya oturdum ve yavaşça yudumlamaya başladım. Gözüm Zeyno'daydı. Yaramazlık yapmış bir çocuk gibi takındığım yüz ifadesiyle, sinirli olup olmadığını anlamaya çalışıyordum.
Su bardağını masaya biraz sesli koydum ki dikkatini çekebileyim. Nihayetinde kafasını kaldırıp baktı.
"Sinirli miyiz biraz?" dedim muzip bir gülümsemeyle.
"Sen bana saksı muamelesi yapmadan önce sinirliydim ama şimdi daha çok sinirliyim."
" Dışarıdan geldim. Elimi yüzümü yıkamadan mı otursaydım masaya?"
" Yeterince zaman kazandıysan açıklamanı yapabilirsin."
"Yok yahu ne zaman kazanması?"
"Ezgi, gevşek gülüşünü kendine sakla. Saat kaç?" dedi ciddi havasını koruyarak.
Kolumdaki saate baktım.
"On bir buçuk."
"Peki neden bu eve kuralın dışında gelindi Ezgi Hanım?" dedi klavyesinden çektiği ellerini göğsünde bağlayarak.
"Özel bir toplantıdaydım. İş konuştuk."
"Bu saate kadar mı?"
"Zeyno, ne bu annem halleri kuşum?"
"Valla Özgür teyze olsa çoktan terliği yemiştin kafana. Şükret ben varım. Hatırlarsan eve akşam ondan önce girme kuralı koydun ve yine hatırlarsan geçen ay, Tufan'la gittiğimiz kanal yemeğinden 11 de geldim diye beni eve almamıştın. Ağzımıza tükürdün be o gece. Kovmaktan beter ettin beni. Gün intikam günü Ezgi Hanım, gün intikam günü."
"Beni evden mi kovacaksın Zeyno? Ayrıca ben de sana hatırlatmayı bir borç bilirim, zile basıp uykumdan uyandırmıştınız ne bekliyordunuz acaba? Henüz uykumu alamadıysam, uykudan uyandırılınca kimseyi gözüm görmüyor. Freddy Kruger oluyorum elimde değil. Ama sonra eve aldım seni hakkımı yeme."
"Yaa ne demezsin. Tufan'da kalacağımı söyleyince "Zeynep'te dershaneye gidiyor. Yeni bölüm senaryosuna bayağı hırslı hazırlanıyor mu dedirteceksin kendine. Geç şu içeri." deyip kapıyı Tufan'nın suratına kapattın. "
"Kızım psikolojik sorunlarım var diyorum anlamıyor musun?"
"Başlatmayın psikolojik sorunlarınızdan. Bi Zeynep'in yok sorunları herkes hasta olmuş bi Zeynep sağlam, bi Zeynep anlayış göstersin herkese." dediği an konunun ben olmadığımı anlamıştım. Zaten her akşam, "Ne anlıyorsun o saçma sandalyede oturmaktan, git içerideki masanda yaz rahat rahat." diyerek mutfaktaki yerime ucubeye bakar gibi bakan Zeynep'in, şu an o ucubede oturup iş yapmasının başka anlamı olamazdı.
Yerimden kalkıp yanına gittim. Yanaklarını avucumun içine alıp bana bakmasını sağladım. "Zeynom, siz Tufan'la kavga etmiş olabilir misiniz? Sinirini benden çıkarıyor olabilir misin acaba? Hani olmaz ya bir ihtimal..."
Bir çırpıda ellerimi itip yanaklarını kurtardı.
"Sen neredeydin onu söyle bakayım? Biz akşamları yürüyüş yapalım desek ne gerek var ya yürüyüş bandı ne güne duruyor der çıkmazsın. Maşallah iki gecedir seni evde bulamıyoruz. Bizim hatrımız yetmiyor tabii sizin kıçınızı yerinizden kaldırmaya. Zaten Zeyno kim ki?"
"Ya ne alakası var Zeynom ya? Vallahi anlatacaktım fırsat vermedin ki..." Tekrar oturduğum yere döndüm. Zeynep "Anlat."dedi ama bu sırada odasına gitmeye hazırlanıyordu belli ki. Bilgisayar ekranını kapattı, notlarını kaldırdı. Bakışlarını bana dikti.
"Bir proje görüşmesindeydim. AD Medya'nın belgeselini yapmamı istiyorlar."
Emin misin der gibi bir bakış attı.
"Gerçekten."
"Ezgi senin belgeselle alakan olmadığını bilmiyorlar mı? Rakip kanaldayız diye yemliyor olmasınlar."
"Adam çok ciddiydi Zeynep. RestA da özel bir odada buluştuk."
"Hangi adamla?" diyerek kaşlarını imalı bir halde yukarı kaldıran Zeyno'ya göz devirdim.
"Demir Adin'miş."
"Piraye Hanımın oğlu Demir Adin mi?"
"Zeynep, kaç tane medya patronu Adin tanıyorsun?"
"Sayayım. Piraye, Alen bi de oğulları. Üç."
"Dalga geçme ya. Oğulları işte."
"Bir şey soracağım hiç canlı görmedim de gerçekten o kadar yakışıklı mı o adam? Kısa boylu diyorlar bi de." diyerek gözlerini kıstı.
"Ay ne bileyim ben Zeyno ya? Adamın boyuna mı baktım? Benden epey uzun işte. Yani bir gideri var. Belirgin kemikli yüz hattı, büyük siyah gözleri falan var işte."
"İyi ki de bilmiyor muşsun Ezgişim."dedi sırıtarak.
"Dalga geçme."
"Yalnız Ezgim, bunlar bizim kanalın rakibi biliyorsun değil mi? Yani seni seçmelerinden şüphelenmek lazım ufaktan. Bence kabul etme sıkıntılı iş gibi."
" Biliyorum. Ama adam son derece gizli olmasını istediği için benimle görüşmek istemiş. Kendi kanallarından biri olursa güvenemezmiş. Zeyno adam önüme sağlam bir çek koydu."
"Diyorsun... Ne kadar ?"
"1 milyon."
Zeynep başını yukarı kaldırarak cık cıkladı ve "Olmaz. Bu kadar riskli işe az o para."
"Dolar ama."
"1 milyon dolar mı? Yanlış görmeyesin." dedi arkadaşım gözleri parlayarak.
"Doğru gördüm Zeynep. Cevabımı yarın sabah dokuzda bekleyeceğini söyledi."
"Çok para. Kabul ediyoruz." dedi kendinden geçip hülyalara dalan Zeyno.
"Hayır. Düşünmem lazım."
"Neyi düşüneceksin Ezgi. Hayatının fırsatı bak bu. Ev borcuna girdin benim yüzümden. Onu ödersin. Sonra yatırım yaparsın. Gezersin..." diye devam edecekken durdurdum.
"Ev borcuna girmeyi kendim istedim. Suçlu hissetme artık. O da ödenmeyecek bir borç değil. Şu pahalılıkta gayet iyi bir fiyata aldık villayı. Maaşlarımızın bir kısmı taksite kesiliyor zaten. Bizi sıkıştıran bir borç yok ki ortada. Biraz harcamalarımıza dikkat etmemiz gerekiyor sadece. Ayrıca göründüğü kadar basit değil bu iş Zeyno."
" Nasıl değil ya? Belgesel altı üstü."
"Değil işte. Sana bile söylememem gerekiyordu belki. Adam bugünkü görüşmemizden kimsenin haberi olmasın dedi ama ben gelip sana söyledim. Kim bir belgesel için sadece senaristine 1 milyon dolar verir Allah aşkına. Bu projenin kaça mâl olacağını var sen hesap et. Fazla gizem ve şüphe var."
"Abartıyorsun bence. AD Medya'dan bahsediyoruz, ülkenin ilk özel medya ve tvsinin belgeseli. Bak medya diyorum. Sadece kanal değil yayınevleri, gazete, internet siteleri ayrıca daha sayamayacağım birçok iş alanları var. Bir zahmet paraya da kıysınlar. 7 kuşak torunlarına yeter kazandıkları servet."
"Bilemiyorum. Düşünmem lazım." Omuz silkip tam kalkmaya yelteniyordum ki gözlerimi kısıp arkadaşıma baktım. Notları ile dizüstü bilgisayarını kucağına bastırmış yere bakarak düşünüyordu.
"Sen Tufan'la kavga ettin değil mi? Yoksa asla oturup mutfakta çalışma yapmazsın. Tarzın değil. Fakir öğrenci işi dersin."
Zeynep bunu bekliyormuşçasına lafa girdi. "İflas etmiş bir zengin kızı olabilirim ama fakir değilim." dediğinde ben de ona emin misin bakışı atmıştım bu sefer.
"Tamam en azından öğrenci değilim canım. Ve evet doğru tespitte bulundun." Bu cümleden sonra birden yükselen Zeynep yüzünden olduğum yerde sıçradım.
"Bu, Katran'nın platin sarı saçlı, çakma sarışın kadın başrol oyuncusu, neden Tufan'a özel teşekkür için yollanıyor? Başka insan mı kalmadı? Bir de süzüle süzüle hem de benim yanımda, Tufan Beyciğim sizinle çok daha uzun süreli çalışacağımız projelerimiz olur umarım, demez mi? İç sesim tut saçını, dola eline, duvardan duvara vur dedi ama Ali Bey yanımızdaydı bir şey yapamadım."
Tebessüm ederek cevap verdim arkadaşımın kıskançlığına.
"Tufan ne yaptı?"
"Ne yapacak o da gülerek kim bilir, belki dedi."
"Ne desin adam? Hanımefendi yeni projelerde de sizi oynatalım diye bana yürümeyin, sevgilim var diyemezdi ya."
"Gerekirse diyecekti çok sinir oldum. Ben yatıyorum sana iyi geceler."deyip kucağına bastırdığı eşyaları ile mutfaktan tam çıkıyordu ki geri dönüp "Sen de bu projeyi bir düşün. Hemen kestirip atma." dedi. Sadece kafa sallamakla yetindim.
Daha sonra aklıma gelen bir şeyle kapıdan çıkan arkadaşıma seslendim.
"Zeyno"
Bıkkın bi sesle "Nee" dedi.
"Bu proje hakkında konuştuğumuz her şey aramızda kalsın. Hiç yaşanmadı böyle bir akşam. Senin çenen durmaz Tufan'a söylersin falan."deyince kapıdan kafasını uzatıp öldürücü bir bakış attı.
"Gıcığın tekisin biliyorsun değil mi? Söylemem iyi."dedi ve gitti. Odasının kapısını çarparak kapatmasından hala sinirli olduğu anlaşılıyordu.
Ne var ki apartmanda yaşıyorduk ve bunu bize her gürültümüzde hatırlatan üst kat komşumuz sağolsun yine hatırlatmayı görev bilmişti. Kapı sesinin ardından birkaç dakika sonra yukarıdan büyük bir gürültü ile tavandan sopayla vurma sesi duyuldu. Sesinizi kesin diyordu yani.
Fakat komşumuzun unuttuğu bir şey vardı, biz olur olmaz zamanlarda onun elektro gitarının sinir bozan ritimlerine katlanıyorduk. O ise en ufak gürültümüzde yukarıdan direkt uyarı gönderiyordu.
Henüz tanışma fırsatı bulamamıştık ama yöneticiden birbirimiz hakkında bilgiler almıştık. Bir gün bu gürültü meselesi bizi karşı karşıya getirecekti ama ne zaman?
Odama gidip önce Gazi ağabeyimi aramış, durumu detaya girmeden anlatmış, fikrini sormuştum. O da projeyi bildiğini, kesinlikle kabul etmem gerektiğini ve Demir Bey'e gözü kapalı güvenebileceğimi söylemişti. Nedense hem onunla hem de Zeyno'yla konuştuktan sonra bu projeyi kabul etme isteği oluşmuştu içimde. Sanki bir şey, bir enerji, sebepsizce beni bu belgesel işine çekiyordu. Ama öncesinde sağlam bir şekilde Adinler hakkında araştırma yapmalıydım. Neyin içine çekildiğimi bilmem lazımdı. Bilgisayar başına oturup en hızlı şekilde bilgi toplamaya çalışıyordum. Her baktığım sayfada, Adinlerin başarıları ile karşılaşmak açıkçası epey sıkmıştı. Onca yıllık medya kuruluşunda bir tane bile skandal olmamış mıydı yani?
Belki de yanlış yerde arama yapıyordum. Eminim günümüz teknolojisine taşınmayan pek çok kayıt vardır arşivde. Resmi olarak 75 yıllık bir medya kuruluşundan bahsediyoruz. Asıl mesele onlara ulaşmaktı ama nasıl?
Aklıma bir isim gelmişti ama aramak için doğru bir zaman mıydı şüpheliydim. Rahmetli Orhan'ın sevgilisi İrem gazeteciydi ve arşiv konusunda bana yardımcı olabilirdi. Fakat taziyede görüştükten birkaç gün sonra aradığımda Orhan'ın ailesinin evinde kaldığını, onun anne babasını yalnız bırakmak istemediğini, o gün bahsettiği konuyu başka zaman konuşmamız gerektiğini söylemişti. Ben de üstelemeyip onun aramasını bekledim ama aramadı. Yaşadığı şey hiç kolay değildi ve yası olan bir insanı sürekli darlamak da doğru değildi.
Bu projeye gireceksem, kendimi garantiye almalıydım. Eli kolu boş bir halde kendimi gizemli bir işin içine atamazdım. Bu yüzden geçmişi kurcalamam şarttı.
İrem'e müsaitsen görüşebilir miyiz yazdığım bir mesaj yolladım. En azından arayıp rahatsız etmekten iyidir diye düşündüm.
Fakat o cevap vermek yerine direkt görüntülü arayıp beni şaşırtmıştı.
İkinci çalışında açtığım ekranda gördüğüm surat kime aitti bilmiyorum ama bu kişiye İrem demek için bin şahit isterdi. Yüzü iyice zayıflamış, göz altlarındaki koyu halkalar artmış, hatta yer yer kaz ayakları belirginleşmeye başlamıştı. Hele o insanı yerden yere çalan ifadesi, en zoru da onu görmekti.
"Merhaba, İrem." dedim onun konuşmasını beklemeyerek.
"Nasılsın demek çok saçma olacak ama biraz daha alışabildin mi?"
"Merhaba Ezgi." dedi bitkin sesi ile.
"Nasıl olabilirim ki ya da nasıl alışabilirim ki?" dediği an çok utanmıştım. Sevdiğini kaybeden biri nasıl olabilirdi ki? Dünyanın en saçma sorusuydu bence de.
"Tüm bu olanlar, bitmeyen bir kabus gibi geliyor hala. Biraz işle ilgili notlara bakıyordum kafam dağılır belki diye ama olmuyor. Her yerden bir anı çıkıyor diye düşünürken sen yazdın. Birileri ile konuşmak iyi geliyor. Sen nasılsın?"
"Sana ne iyi geliyorsa onu yap. Kısıtlama kendini. Ben iyiyim. Aynı her şey iş güç koşturuyoruz işte. Seni de bu yüzden rahatsız ettim aslında."
" Rahatsız olmadım Ezgi lütfen. Yapabileceğim bir şey varsa eğer söyle."
"İrem bana gazetelerin geçmiş arşivleri lazım. Magazinsel ya da böyle skandal niteliği taşıyan haberlere bakmak istiyorum. Arama motorunda belli bir seneye kadar gidebildim ama gerisi yok. Bana yardımın olabilir mi bu konuda?"
"Bizim gazetenin arşivine girebilirsin, benim hesap bilgilerini verebilirim. Ama diğerleri için garanti veremem. Neler yapabileceğime bir bakayım haber ederim sana."
"Çok teşekkür ederim. Bu iyiliğini unutmayacağım."
"Hiç önemli değil. Bir karşılık vermem gerekir diye düşünme. Hem sen benim en zor zamanımda yanımda oldun. Benim çok arkadaşım vardı Ezgi. Öyle ki eve sadece uyumaya gelebiliyordum onlarla vakit geçireceğim diye. Bir ikisi hariç hepsi sahteymiş. Yanımda olmadılar. Kimisi kuru bir mesajla, kimisi arkada çalan müziğe aldırmadan aradığı kısacık telefon görüşmesi ile kimisi sosyal medyadan şov yapar gibi baş sağlığı diledi. Bir gün dahi gelip elimi tutupta bana güç vermeye çalışmadılar. Halbuki ben dışarı çıkamadığımda onlar bana gelirler, evimden hiç çıkmazlardı. Kendi evleri gibi kalırlardı. Ateş gerçekten düştüğü yeri yakarmış. Şimdi yapayalnızım. Sadece Orhan sayesinde tanıdığım, pekte görüşmediğim sizler arayıp sordunuz."
"İnsan bir şeyleri kaybedince öğreniyor hayatın gerçek yüzünü. Buna kafanı takma. Şu an yaşadığın yasın zaten sana ağır. Biz senin yanında oluruz İrem asla yalnızım diye düşünme."
"Teşekkür ederim." Dedikten sonra biraz duraksadı. Aklına bir şey gelmiş gibiydi ama söylesem mi söylemesem mi kararsızlığı yaşıyordu.
"Başka bir şey mi var İrem?" sanki bunu dememi bekliyormuş gibi yüzüne bir heyecan geldi.
"Seninle konuşamadığımız bir mesele vardı ya Ezgi. Onunla ilgili ama kimsenin bilmesini, duymasını istemiyorum. Mümkünse kulaklık takar mısın bu konuyu konuşurken?"
"Yanımda kimse yok odamdayım. Zeynep'te kendi odasında. Rahatça konuşabilirsin."
Tam burada ekrana biraz fısıldayarak konuşmaya başladı.
"Ezgi lütfen. Zeynep'e güvenmiyor değilim ama bu konuyu yalnızca sana söyledim ona değil. Ve bana inanan tek kişi sensin."
Ekrandan başımı çevirip masamı göz ucuyla kontrol ederek, kulaklığımın kutusunu aramaya başladım. Burada yoktu. Bilgisayarımın ekranını indirdiğimde arka kısmında beyaz kutuyu görüp hemen aldım. Kulaklıkları vakit kaybetmeden takıp İrem'e döndüm. O da kulaklığını takmıştı. Kendi evinde bile neden bu kadar tedirgindi anlam verememiştim. Hayır zaten dinlemek isteyen kişiler kulaklığa rağmen her türlü dinlerdi ama içi rahat etsin diye sesimi çıkarmadım.
"Dinliyorum."
"Bana o gün dedin ki ben sana inanırım. Başka bir sayfa açtın bana. Orhan'dan sonra intihar etmediysem..."
"Sakın. Sakın bak bunu düşünme. Hiçbir şey bitmeyecek. Acıların dinmeyecek canına kıyarsan. Aksine insanların ömür boyu sana acımaları ile anılacaksın. Hem Orhan'a da kavuşamazsın bunu yaparsan."
"Zaten bunu yapmadıysam, bana inandığın, umut olduğun için yapmadım Ezgi. Bana yardım edersin değil mi?"
"O gün de söyledim, ben sana inanırım ve elimden maddi-manevi ne gelirse yaparım. Ama önce şu meseleyi bana detayları ile anlatman lazım."
"Onu öldürdüler Ezgi." diye cevap verdiği an gözyaşları da akmaya başladı. Kısık sesle tekrar etti. "Onu öldürdüler."
"Bunu sana düşündüren şey ne oldu? İllaki bir şeyler vardır dikkatini çeken."
Ekrandan hafif uzaklaştı ve kafasını başka yöne çevirdi. Bir şey arama tıkırtısını duydum. Tekrar bana döndüğünde elinde bir yüzükle duruyordu.
"İntihar edecek adam evlenme teklifi eder mi Ezgi?" dedi gözyaşları daha da artmıştı. Sızlanarak, ağlayarak devam etti.
"Kendini öldürecek adam evlendikten sonra oturacağımız ev için emlakçılarla görüşür mü? Biz evlenecektik." dedi ve hıçkırmaktan konuşamamaya başladı.
Biraz bekledikten sonra "Sakin ol." dedim.
Bir peçete aldı ve burnunu çeke çeke konuşmaya devam etti. " Evimizi bulmuştu. Eşyalarımıza bakıyorduk. Çocuğumuz olursa diye 18 sene sonra kullanılması için banka hesabı bile açtırmış. Düşünebiliyor musun? Bana sürpriz yapmıştı.."
Burada tekrar gözyaşlarına boğulan İrem'e öylesine üzülmüştüm ki anlatamam. Sevdiğin birini kaybetmenin ne demek olduğunu iyi biliyordum. Ama bu şekilde değil...
"Biz."dedi hıçkırıklarının arasında, "Biz gelinlikçiden randevu almıştık. O gecenin ertesi günü gelinliğimi seçmeye gidecektik.."
"İrem, ne diyeceğimi inan ki bilemiyorum. Sadece bunlara bakarak intihar değil diyebilir miyiz onu da bilemiyorum."
"Ezgi, otopsi yapmadılar. Haberlerde bahsedilen şeylerin hiçbiri yapılmadı. O güne dair hiçbir şey yok."
"Nasıl yani? Sen tüm bu şüphelerinden polise de bahsettin mi?"
"Polise, savcıya herkese bahsettim ama onlar intihar dışında görünen ya da ipucu olabilecek tek bir delilin bile olmadığını söylediler. Hatta ben bunlardan bahsedince evi bir kez daha arattı savcı hanım. Ama yok. Bilgisayarında, telefon görüşmelerinde, ev içinde, yapım şirketindeki odasında farklı bir iz, işaret hiçbir şey bulamadılar. Ama Orhan'a otopsi yapılmadı, yaptırtmadılar."
"Kim yaptırtmadı? Ailesi buna ne dedi?"
"Bilmiyorum. Ailesine sormadım. Abisi ve kız kardeşi hastaneye gelmişti zaten hemen. Doktorlarla onlar görüştüler."
"Ailesine bahsettin mi peki bu düşüncelerinden?"
"Söyledim. Ziya abiye bahsettim. "Kızım acımız zaten büyük, meseleyi dile getirirsen annem, babam kahrından ölür. Doktorlar intihar ettiği yönünde onay verdi. Orhan'ı ben yıkadım. Boynunda bir ip izi dışında, vücudunda ne bir morluk ne de bir boğuşma izi vardı. Zorla yapılsa, cinayet olsa bir işaret olurdu. Bizzat kendim konuştum savcıyla, polislerle. Ellerinden geleni yaptılar. Bırakta acımızı yaşayalım." demekten başka bir şey yapmadı. Ama ben biliyorum Orhan öldürüldü."
Bu iş gittikçe daha farklı bir hal almaya başlamıştı. Nasıl yaklaşmalıydım bilmiyorum ama İrem'in öncelikle iyi olması, en azından kafasındaki bu bulanıklığın gitmesi lazımdı. Şu an aşırı hassastı ve hala inkar dönemindeydi. Kafasında bir şeyler netleştikçe bu meseleye belki daha farklı bakardı. Belki de dediği gibi altından başka bir durum çıkardı. Ama öncelikle sağlıklı bir ruh hali izlenimi vermeliydi herkese.
"İrem, çok sevdiğin birini kaybetmenin acısını iyi bilirim. Seni çok iyi anlıyorum ve sana inanıyorum da. Ama öncelikle senin iyi olman lazım. Şu an inkar dönemindesin. Hala Orhan gitmemiş gibi yaşıyorsun haksız mıyım?"
"Doğru. O benim, her şeyimdi. Benim hiç kardeşim yok, anne ve babamı kazada kaybettim. Orhan benim ailem oldu. Tek başıma yapamazdım. O kaldırdı ayağa beni."
"Bak, ne kadar büyük acılardan geçmişsin ve Orhan gibi bir adamı tanımışsın. Bu da geçecek diyemem, hiçbiri geçmiyor ama kabuk bağlayacak İrem. Lütfen biraz sakinleş ve önce kendine odaklan. Sana söz veriyorum bu meseleyi bu şekilde kapatmayacağız. Konunun her detayına hakim olmamız lazım. Elimizde somut deliller olması gerek ki o kapanan kapıları çaldığımızda açmak zorunda kalsınlar. Ama önce ruh halinin gayet sağlıklı bir duruma gelmesini bekleyelim. Şu an senin acını yaşama, yasını tutma dönemin. Tamam mı?"
Gözyaşları duran İrem, kafasını salladı.
"Teşekkür ederim Ezgi. Yanımda olduğunu bilmek güzel. Ben artık kapatayım. Sana arşiv için kullanıcı bilgilerini yollarım iyi geceler."dedi.
"İyi geceler, ben teşekkür ederim asıl. Bana derdini anlattığın ve gazeteci kimlik bilgilerini paylaştığın için."
Gülümseyerek telefonu kapatıp derin bir nefes verdim. Bu konuda ne yapacağıma dair hiçbir fikrim yoktu. Tek bildiğim İrem'e yardım etmek zorunda hissettiğimdi. Çaresiz, bir başına genç bir kadın. Asla yalnız bırakmayacaktım asla... Tüm bu düşünceler arasında gezinirken İrem'den gelen mesajla, bilgileri kullanarak çalıştığı gazetenin arşivine daldım.
Orhan meselesini şimdilik arka plana atmak zorundaydım.
Bu gazete Adin Medya kadar eski olmasa da en. Az 40-45 senelik geçmişi ile ülkenin önemli kuruluşları arasındaydı. Eminim Adinler hakkında da bir şeyler bulacaktım.
Önce magazin arşivlerini karıştırdım. Ama Alen Adin'in gençliğindeki çapkınlıklardan, 80 lerin başında Piraye Hanımla ilk kez görüntülenmesinden ve çok geçmeden evlenip her gecesi bir olayla geçen gazino ve kulüp hayatına veda etmesinden başka pek bir şey yoktu. Alen Adin'in henüz AD Medya'nın başına geçmediği, babası ve amcasının ortak yönettiği yıllarda dolaşıyordum.
Biraz daha 90 lı yıllara doğru yaklaştığımda Alen Adin bu sefer koltuğa geçmiş AD Medya'nın çizgisini geleneksellikten biraz daha batılı olmaya ve çağdaşlığı yakalamaya doğru kaydırmıştı. Ve Piraye Hanım'la da gözde çift olarak boy gösteriyorlardı. Derken, Demir Adin'in dünyaya gelişini konu alan haberlere denk geldim. Bebeğin hiçbir fotoğrafı yayımlanmamıştı. Sadece Piraye Hanım'ın Amerika'da bir hastane odasında doğum yaptığına dair, kolunda serumu, kucağında bebeği ve yanı başında siyahi bir doktorla verdiği pozu vardı. Ünlü çift evliliklerinden yıllar sonra dünyaya gelen bebeklerini henüz paylaşmak istemediklerini ama çok mutlu olduklarını söylüyorlardı.
Günümüze doğru yaklaştığımda ise sadece başarılarını ve bazen tek tek bazen de çift olarak gazinolarda boy göstermelerini konu alan haberler gördüm. Aradığım skandal türünde bir şeyler yoktu. Gözlerim çok yorulmuştu. Ellerimi bağlayarak yukarı kaldırıp gerindim. Biraz da dizinin final senaryosu üzerinde çalıştıktan sonra, bilgisayar ekranını kapattım. Yatağıma gitme vakti gelmişti ve ben sanırım bu işi kabul edecektim. Uyumadan önce Demir Bey'le aramızdaki tek iletişim kaynağı olan Yağmur Hanım'a mesaj attım. Cevabını bekleyemeden uykuya dalmıştım. Bu belki de kaderin bizi çektiği o gizemli ve zorlu yola girmeden, endişesiz uyuduğum son uykumdu...
Hikaye akıcı ve güzel ilerliyor. Gizemli proje nasıl devam edecek, neler olacak merak ettim. Ezginin doğal halleri, iç sesi ve Demir'le olan anlaşmazlığı sevimliydi. :) İnce esprilerle, gerçekçi kurgusuyla ve ilginç karakterleri ile kitabı sevdim. Takip edeceğim. :)
YanıtlaSilYaşasıııın. İlk okurumu kazandım. Bırakmam artık sizi 🫣
YanıtlaSilİkinci bölümde daha çok merak etmeye başladım. Demir için yanılmamışım. Tavırlarını sevmedim, muhtemelen ilerleyen bölümlerde fikrim değişecek😊
YanıtlaSilOrhan'ın ölümüyle Demir'in bağlantısı olabilir diye içimden geçirdim okurken. Yanılıyor da olabilirim tabii🙃 Ezgi'nin yemekte olan halleri bana çok tanıdık geldi. Bazen böyle şaşkın, tatlı davranıyoruz kızlar olarak, erkekler biraz daha sakin mi desem bilemiyorum🙃😊
Yeni bölümü de okuyacağım birazdan, kaleminize sağlık😊