Demir
Dünyaya gelirken hiç kimseye, ailesini seçme hakkı verilmiyor. Eğer böyle bir seçim hakkım olsaydı, orta halli bir ailede, sıradan dertleri olan, normal bir hayatın içine doğmak isterdim. Ne yaşadığım rahat hayattan ne de bunca imkanın içinde büyümüş olmaktan elbette şikayetim yok. Fakat doğduğum an itibariyle ailemin önüme koyduğu tek hedef vardı, o da; babadan oğula geçen bu medya imparatorluğunu daima ileri taşımak. Dedem ve onun babası da hep basın-yayın mesleklerinde bulunmuşlar ve kökenleri itibari ile de kuyum sanatı dışında hiç farklı bir iş yapmamışlardı. Babam AD Medya'nın sahibi, yönetim kurulu başkanı Alen Adin, annem ise ADtv nin yönetim kurulu başkanı Piraye Adin, bense onların geleceklerini emanet etmek istedikleri, eksikliklerini benimle tamamlamaya çalıştıkları tek çocukları Demir Ozan Adin'im. Hayatı; aile mirası ve kendi hayalleri arasında sıkışıp kalmış bir adamım. Kuralların, prosedürlerin, nasıl bir adam olmam gerektiğine dair geçmiş geleneklerin, bir kere bahşedilmiş olan ömrüme hükmettiğini farkettiğimden beri kendi benliğim yokmuş gibi hissediyorum.
Kurallarla çevrili, her anı denetimli bir hayat içinde büyürken, hayatımın bir döneminde görünmez keskin bir kılıç beni ikiye böldü, bir şey oldu ve ben kayboldum.
Şimdi yönetim kurulu başkanının odasında, Alen Adin'in koltuğunda, asla ait hissetmediğim bir şehri tepeden izliyorum. Babam sağlık sorunları nedeniyle, vekil olarak, eh biraz da annemin ısrarı ile yerine beni atadı. Bugüne kadar direndiğim bir hayatı, hiç istemesem de yaşamak zorunda bırakıldım. Geldiğim şu noktada, ipleri elime almanın rahatlığı ile bugüne kadar yapamadığım her şeyi yapmak istiyorum.
Benim için görünürde iyi bir şey de olsa benden esirgenen bir hürriyet ve ellerimden kayıp gitmesine göz yummak istemediğim bir gelecek vardı.
Adin olarak doğmanın bedelini çok ağır ödemiştim ve bu soyad bana koca bir hayat borçluydu. Yaptığım planın işe yaraması için herkesi ezip geçmeyi göze almıştım. Gerekirse en sevdiklerimi bile bu uğurda harcamaktan çekinmeyecektim.
İlk adımı senarist kızla görüşerek atmıştım zaten. Gerisi gelecekti, gelmeliydi. O kız bana çok toy geliyordu ama onun ismi verildiyse güvenenlerin vardır bir bildiği diyerek yola onunla çıkmıştık.
Birazdan yapacağımız görüşme ile de bu güveni tazeleyip, altını çizdiğimden iyice emin olmalıydım. Yoksa yapılacak en ufak yanlış hamle sadece benim değil, değer verdiğim kim varsa hepsinin hayatına mâl olabilir...
Ezgi
Yeni güne gözlerimi; tepeme dikilmiş, beni uyandırmaya çalışan Zeynep'le açtım. Kalk hadi bugün çok işin var, diyerek annemin veliahtlığını sürdürmeye devam ediyordu.
O, odamın güneşliğini açmaya çalışırken ben de yatağımın kenarındaki komodinden aldığım telefonumun saatine baktım. Henüz sekizdi.
"Zeynep, acaba sen senaristliği bırakıp erken emekli olmaya mı karar verdin? Hani böyle evde durunca kimseye huzur vermeyen, her şeye karışan emekli baba tipinden."
"Ha ha ha çok komik. Burada durup o mükemmel espirilerini dinlemek isterdim ama Tufan'la kahvaltıya gideceğiz. Sen de o koca kıçını kaldır ve bir an önce final senaryosunun detaylarına bak." deyip odadan çıkıyordu ki geri dönüp "Bu arada, şu belgesel işinin cevabını ver. Her sabah böyle zır zır aranacaksan işimiz var." diyerek beni paniğe sokmuştu.
Yataktan öyle bir fırlamıştım ki olimpiyatları yapılsa altın madalyayı göğüslerdim. "Ne çalması, ekranda bildirim yoktu?" diyerek telefona uzandım.
"Olmaz çünkü ben açmak zorunda kaldım. Biliyorsun, normalde bakmak huyum değildir ama zil sesini son seviyece açık bırakınca ta diğer odada beni uyandırdı. Sen uyanmadın. Yağmur Yalın'mış, uyanınca hemen aramanı söyledi." diyerek ardına bakmadan odadan çıktı. Çok geçmeden de dış kapının kapanma sesini duydum.
Yağmur Hanım gece attığım mesaja cevap vermemişti. Arayarak cevaplandırmak istemişti belli ki.
Hemen hazırlanmam gerekiyordu. Lavabo faslından sonra çok resmi olmasa da mümkün olduğunca ciddi bir kıyafet seçimi ile öz güven tazelemesi yaptım. Mutfak masasında bir şeyler atıştırırken Yağmur Hanım'ı aradım. İlk çalışta da açtı.
"Günaydın Ezgi Hanım."
"Günaydın. Aramışsınız, kusura bakmayın biraz geç uyumuştum, sabahta duymadım."
"Önemli değil. Ben mesajınızı görünce Demir Bey'le de haberleşerek aramak istedim. Eğer uygunsanız sizi de alıp şirkete geçelim istiyorum. Görüşmeyi orada yapacağız çünkü."
Daha saçımı falan yapmamıştım ama zaten bir at kuyruğunun çözemeyeceği iş yoktu.
"Tamam size konum atayım. Yaklaşırken ararsanız bekletmemiş olurum."
"Gerek yok ben çok yakındayım zaten." diyerek beni afallatsa da çalışkanlığını da takdir ettim.
"O zaman ben hemen hazırlanıp iniyorum aşağı görüşürüz."
"Tamam görüşürüz."
On dakikada hazırlandığım görüşme için aşağıda Yağmur Hanım'ın gelmesini bekliyordum. Nihayet siyah bir vito önümde durdu. Kapı açılınca, genç kadın beni karşıladı ve birlikte şirkete doğru yol almaya başladık.
"İtiraf etmeliyim ki çok sevindim işi kabul etmenize."
Bunu söylerken samimiyeti gözlerinden okunuyordu. Ayrıca kıpır kıpır bir hali vardı ki bu beni son derece irite etmişti.
Sabah sabah ne bu enerji hanımefendi desem ayıp etmiş olur muydum? Olurdum evet.
"Bir sabah uyuşuğu sana bak bir de taş hatun Yağmur'a." derdi Zeyno olsa. Haklıydı vallahi. Sanırım hiçbir sabah, onun kadar dinamik olamayacaktım. Kendimi böyle kabul ediyorum ben. Canım kendim.
Sessizliğim dikkatini çekmiş olmalı ki tekrar konuşma ihtiyacı hissetti.
"Bir sorun mu var?"
"Yok, sadece sabah enerjiniz benim epeydir uzak olduğum bir durum da..." diyerek yanlış anlamasının önüne geçmek istedim.
"Anladım." deyip oturduğu yerden biraz öne doğru kayarak bana yaklaştı ve el çantasından bir dosya çıkarıp bana uzattı."Sözleşme detaylarını incelemek isterseniz bakabilirsiniz." dedi.
Ben sözleşmeyi incelerken tekrar konuştu. "Biliyor musunuz ekipteki tek kadın olmak çok sıkıcıydı. Sizi zaten diziden dolayı çok sıkı takipteydim. Her ikisi bir arada olunca ayrı bir heyecan duyuyorum." dedi.
"Ekip?" dedim şaşkın bir ifadeyle.
"Yakında anlarsınız." deyip arkasına yaslandı.
Yolun devamında hiç konuşmadık. Ben elimdeki sözleşmeye, o ise tabletine gömülmüş vaziyette işlerimizle ilgilendik.
AD Medya binasının olduğu alana geldiğimiz de ise bizi kompleks bir yapı karşıladı. Aslında böyle bir yer olduğunu duymuştum ama daha önce hiç gelmediğim için görmemiştim. Büyük bir alana kurulmuş, birbirine belirli mesafelerde bulunan, sadece birisi gökdelen tarzında yapılmış, çok katlı bir bina ve üç tane de dörder katlı çok geniş binaların kondurulduğu bir yapı platosuydu burası. Yağmur Hanım önde ben arkada çok katlı binanın güvenlik kapılarından geçip, 7. Katta bulunan, 00 nolu toplantı odasına çıktık.
Kapıyı tıklatıp içeri girdiğimizde bizi çokta büyük olmayan bir oda ve odanın ortasına konumlanmış uzun elips şeklinde bir masa karşıladı. Masanın en başında Demir Bey ve yan tarafında da daha önce görmediğim ama bir yerlerden gözümün ısırdığı, yine onunla aynı yaşlarda gibi görünen genç bir adam oturuyordu.
Biz içeri girince tanımadığım adam ayağa kalktı. Demir Bey ise sadece bakmakla yetindi. Bu soğuk ortamı neşesi ile canlandıran, Yağmur Hanım'ın "Günaydııın" sesi olmuştu.
"Günaydın Yağmurcuğum biz de sizi bekliyorduk." dedi adam aynı neşe ile karşılık vererek. Kadın ise ona göz devirerek bana döndü ve adamı takdim ederek:
"Ezgi Hanım tanıştırayım, Aslan Ataman AD Medya hukuk birimi başkanı ve avukatlarımızdan biri. Ezgi Yıldırım, belgeselimizin her şeyi." diyerek sanırım beni de övmüş oldu.
"Ezgi Hanımı biliyoruz tabii çok memnun oldum." diyerek yanıma gelip elini uzatan adamın elini sıktım gülümseyerek.
Demir Bey'e baktığımda ise sadece başını sallayıp, "Hemen toplantımıza başlayalım. Programımız epey yoğun."dedi.
Hoşgeldiniz demesini beklemedim değildi ama en azından o anlamda başını sallamıştı.
Bizler masaya geçerken Demir Bey ise önümüze dosyaları uzatmakla meşguldü. Yalnızca bana bir mavi bir de beyaz dosya, diğerlerine ise sadece mavi dosya vermişti. Çantamı yandaki koltuğa koyup önümdeki beyaz dosyayı açtım. Projenin içeriği ve anlaşma maddeleri olan bir sözleşme vardı. Ben sözleşme detaylarını okurken, Demir Bey konuşmaya başladı.
"Önce sözleşmemizi imzalayalım. Daha sonra ise diğer dosyadaki bilgileri hep birlikte inceleriz." dedi.
Beyaz dosyadaki sözleşme detaylarına az önce gelirken hakim olmuştum zaten. Gayet tatmin edici bir ücret, karşılıklı feshetme ve bir sürü imkan sunuluyordu. Bunların dışında elbette feshetmenin belirli şartlara bağlı olduğunu okumuştum. Her sözleşmenin olmazsa olmazı, tazminat meselesi de sözleşme sonuna iliştirilmişti. Bu kadar önemli bir işten tarafları mağdur ederek ayrılmanın bir bedeli olmalıydı elbette. O kısma çok takılmadan imzamı attım. Demir Bey de yanıma gelip imzalarken, "Transfer sezonunu açtık." diyen Aslan Bey'e baktığımda fotoğrafımızı çekiyordu. Benim şaşkınlığımı, Demir Bey'in Aslan Bey'e uyarıcı bir bakış atması takip etti.
Ardından herkes önündeki mavi dosyayı incelemeye başladı. AD Medya'nın detaylı tarihi, sansasyonel olayları, markanın yaptığı iş birlikleri ve benim gece boyunca aradığım tüm bilgiler toplanmış halde önümüzdeydi. Dosyanın son sayfalarında ise Adin ailesinin üyeleri kısaca tanıtılmıştı.
"Başlamadan önce, aradaki resmi hitapları kaldırmanızı istiyorum. Burada uzun süre birbirimizle vakit geçirecek bir ekibiz ve resmi tavırların yaptığımız işin samimiyetine sekte vurmasını istemiyorum." dedi Demir Bey. Fakat bunu öyle bir ciddiyetle söyledi ki buna kendi inanmış mıydı tartışılırdı?
Ben bunları düşünürken Aslan Bey iç sesimi okumuş gibi "Buna kendiniz inandınız mı Demir Bey?" diyerek alaylı bir ifadeyle güldü. O sırada Yağmur Hanım da aynı durumdaydı.
Ben ise gülmemek için direniyordum.
"Aslan." dedi uyarıcı bir tonda tüm ciddiyetliyle.
"E ne yapayım kardeşim, samimiyet istiyorum derken bile birazdan Sovyet Rusya'yı dağıtacağız der gibi bir surat ifadesiyle söylüyorsun."
"Neyse tamam. Dediğimi anladıysanız sıkıntı yok." dedi ama yüzündeki ciddiyeti birazcık da olsa yumuşatmayı ihmal etmedi.
"Belgeselimizin çıkış noktası olarak, önünüzde bulunan dosyadaki bilgilerden yararlanmayı düşünüyoruz. Elbette süreç içinde gelişmelere göre farklı bilgiler de eklenecek."
"Piraye Hanım'ı nasıl ikna ettin Demir? Yani biraz mesafelidir evine gelen yabancılara karşı. Ezgi o evde rahat olmalı ki işini yapsın." dedi Yağmur Hanım. O an hiçbir şeyi farketmemiştim. Daha sonradan anlayacaktım ki bu cümlenin altında büyük bir ima vardı.
"Annem henüz tam ikna olmuş değil ama evde yalnızca kendisi ile röportaj yapacak kişi ve üç kamera dışında herhangi bir fazlalık olmazsa düşüneceğini söylemişti. Akşam kabul ettiğini söyleyecek eminim."
"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun diyecektim ki..." dedi Aslan Bey " Demiyorum, bir takım hisler cevabı gelecek. Sustum." diye devam etti.
"Ezgi'yle birlikte eve en fazla üç kamera girebilir. Kameraları uzaktan kontrol sistemi ile yöneteceğiz. Sonuçta aksiyon filmi çekmiyoruz. Sabit alanda birkaç kare alması bile bizim için kâfi. Bunun dışında, evde bulunan tarihi hatıraların çekimini anne ve babamın evde olmadığı bir zaman dilimine denk getireceğiz. Kameraları kurmaya giden ekibin başında ben olacağım ve daha önceden belirlediğimiz noktalara yeni nesil haberleşme cihazı yerleştireceğim. Temizlik ekibi gelmeden önce istediğimizi almak için sadece bir ayımız var."
" Peki bir senarist olarak benden beklenen şey ne bu noktada? Ailenizin geçmişini ve hayatını senaryolaştırarak belgesele hazır hale mi getirmem gerekiyor? Bir gazeteci gibi röportaj mı yapmam lazım? Çünkü belgesel çok farklı bir deneyim benim için."
"Demir, açıkçası ben de bunu tam anlayamadım." dedi Yağmur Hanım.
" Yağmur bugüne kadar ne annemin ne de babamın gerek röportajlarında gerekse özel hayatlarında istemediği bir soruyu soran bir gazeteci ya da bir aile bireyi gördün mü? " diye karşılık verdi Demir büyük bir ciddiyetle.
" Doğru. Onlara istemedikleri hiçbir soru sorulamaz. Sorulsa bile berecekleri cevaplar insana kendisini sorgulatır."
"Profesyonel manipülatörler yani." dedi Aslan Yağmur'un cümlesinden sonra.
" Peki benim sorularıma cevap verecekler mi?" dedim.
" Evet. Senin sorularını biz hazırlayacağız. Her manipülasyonun beslendiği bir kaynak vardır. Anne ve babamı manipüle edecek kişi de benim." dedi Demir.
Bu söylediğine çok şaşırmış bir vaziyette "Önceki cümlelerinizi de düşünürsek ve ben de yanlış anlamadıysam eve, yani ailenizin evine böcek yerleştirmekten bahsettiniz. Sizin asıl amacınız belgesel mi yoksa bana ailenizin yanında ajanlık yaptırmak mı? " diye aklımdan geçeni sordum.
" Her ikisi de." dedi Aslan önce bana sonra da Demir'e bakarak.
"Evet. Ama sen sadece işini yapacaksın. Gerisi bizde." diye onayladı Demir' de onu.
" Ve bunu sözleşmeyi imzaladıktan sonra öğrenmem de bilinçli yaptığınız bir şeydi değil mi?" dedim.
Yağmur telaşla cevapladı. "Benim bu detaylardan gerçekten haberim yoktu."
Ona inanıyordum ve güvenimi belli etmek için tebessümle karşılık verdim.
"Senin bu işi başarabileceğine inanmasaydım asla yanımızda yer alamazdın. Güvenlikten yana hiçbir sıkıntın olmayacak. Kendi canımız gibi koruyacağız seni. Yanımızda olduğun sürece bu ailenin bir parçasısın. Bu, belki de hayatının en önemli işi olacak. Bir de bu açıdan bak." dedi Demir.
"Yaa ne demezsin." deyip memnuniyetsizliğimi belli ettim. Fakat yapacak pek bir şey yoktu. Sadece kendi işimi yapacaktım. Olacakları merak ediyordum. Her ne kadar bilinmeze sürükleniyormuş hissi yaşasam da bu işin sonucunu görmek istiyordum. Vazgeçmeyecektim.
" O zaman daha ince detayları kahvelerimizi içerken konuşalım." dedi Aslan. Masada duran telefona uzanıyordu ki birden odanın kapısı açıldı.
İçeriye, yaklaşık 50 yaşlarında, son derece şık, hatta 1930 lardan kalma bir imaj çizen hanımefendi girdi. Az önceki dosyada ismi geçenlerden biriydi.
"00 kodlu odada toplantı yapıyormuşsunuz, benim haberim yok. Ben de bir uğramak istedim. Bu kadar önemli olan nedir merak ettim doğrusu." diyerek Aslan'ın yanına doğru ilerledi.
O da ayağa kalkıp kadına doğru kollarını açtı. "Hoş geldin. Seni yormak istemedik. Detayları yanına gelip aktaracaktım zaten ben." dedi.
Kadın, yanında bizim olmamızı geçtim, son derece ciddi bir ortamda olduğunu hiç önemsemeden Aslan'dan kuvvetli bir öpme sesi duyulacak derecede öpücük aldı.
Ben yaşadığım şokla bakakalırken, Demir ve Yağmur ise sanırım alışkın olduklarından gayet normal bir şeymiş gibi önlerindeki dosyaya bakıyorlardı.
Kadın Aslan'ın hemen dibine oturup bir de koluna girdi. Sonra dönüp bana baktı.
"Belgesel için bulduğunuz senarist mi?" dedi.
Sanki beğenmemiş gibi bir hâl vardı yüz ifadesinde.
"Evet. Sizi tanıştırayım. Ezgi Yıldırım. Ezgi, eşim Ani Aden aynı zamanda AD Medya'nın yönetim kurulu üyesi."
Ben, elimi uzatmalı mıyım acaba diye düşünürken kadın sadece başını sallamakla yetinince olduğum yerde kaldım. Memnun oldum demeye gerek kalmamıştı.
"Ee imzalar atıldı mı?" diye sordu kadın.
" Evet ben de birazdan Aslan'la gönderecektim incelemeniz için." dedi Demir.
" İstersen detayları sonra konuşuruz." dedi Aslan kadına.
" Yoo şimdi de konuşabiliriz.Yağmurcuğum..." dedi kadın itici ve tuhaf bir konuşma tonu ile.
" Bize kahve getir tatlım. Benimki sade olsun." dedi. Ortamda pek fark edilmese de yine, buz gibi bir hava estiğini Yağmur'a bakınca anladım. O Demir'e, Aslan ise olduğu gibi gözlerini masaya dikmiş bakıyordu. Demir ise ufak bir baş ve göz hareketi ile Yağmur'a çıkmasını ima etti. Yanımdaki koltuktan kalkıp kapıya yönelen Yağmur'un surat ifadesinde değişim yoktu ama gözlerini kırpıştırmasından epey bozulduğunu anlamıştım.
" Aslan size detayları odanızda aktarsın." diyerek onları da odadan göndermek istedi Demir. Kadın ise ters bir bakışla karşılık verdi.
" Hadi gidelim. Odana söyleriz kahvemizi." deyip kadına göz kırpan Aslan ortamı yumuşatmıştı. Kadın hemen erimiş bir ifade ile kocasına bakıp ayağa kalktı ve tekrar adamın koluna girip odadan çıktı.
Hiçbir şey anlamamıştım şu an olanlardan. Şaşkın ifademle Demir'e baktım.
" Zamanla anlayacaksın." dedi içimi okumuşçasına. Önündeki dosyaları toplarken "00 kodlu odada konuştuğumuz, yaşadığımız her şey burada kalır Ezgi. İçeriden dışarıya, dışarıdan da içeriye ne bir ses ne de bir bilgi sızar. Bu yüzden önemli meseleleri bu odada konuşuruz." deyip ayaklandı.
Ben de arkasından toparlandım. Bu, toplantı bitti demek oluyordu sanırım.
Odadan çıkıp koridorun sonundaki sekreter masasına yürüdük. Oradan telefon alıp bir numara tuşladı "Alen Bey'in odasına," deyip bana döndü "Bir dakika, kahveyi nasıl içiyorsun?" diye sordu.
"Az şekerli." Dedim.
"Bir az şekerli ve iki de sade kahve gönderin. Yağmur Hanım'a da odaya gelmesini söyleyin." deyip kapattı.
Yine birlikte yürümeye devam ettik. Herkes işine öyle odaklanmıştı ki odalarının kapısı açık olanlar ya da genel salonda çalışanlar sanki bizi hiç görmemiş gibi çalışmaya devam ediyorlardı. Yanlarından geçen adamın patronları olup olmaması umurlarında değil gibiydi. Gerçi Demir de aynı rahatlıktaydı ama ben rahat hissetmiyordum. Az önce odada olanlara bir hayli kafayı takmıştım. Ne olmuştu orada öyle?
Demir'in bahsettiği 10. kattaki odaya geldiğimizde oldukça özenle tasarlanmış ve her ayrıntısına kadar üzerinde düşünülmüş bir mekan karşıladı bizi. Oda çok büyüktü ve bir duvarı tamamen cam olduğu için şehri, ayaklarınızın altında gibi hissettiriyordu. Mobilyaların rengi, zeminin siyah beyaz karosu, etrafa serpiştirilen büyüklü küçüklü tuhaf heykeller odanın ferah görüntüsüne son derece kasvetli bir hava katmıştı. Doğrusu böylesine ferah bir odayı katlettiği için iç mimarları ceza falan almalıydı
"Otur." dedi Demir ayakta kaldığımı görünce.
Ben masaya paralel olan tekli koltuğa otururken o ise odanın diğer ucuna geçip kumanda gibi bir şeyi havaya doğru kaldırıp uzun bir bip sesi gelmesini sağladı. Kumandayı tuttuğu tarafta kameraya benzer bir alet monteliydi. Tekrar masaya dönüp, büyük deri koltuğa oturdu.
" Ezgi, bu projenin herkesin bildiği bir yönü olduğu gibi bilmediği tarafı da olacak. Tabii ki bu kısımlar sadece bizim aramızda kalacak. Bu yüzden özel konuşmalarımızı şimdilik ses kaydının yapılamadığı odalarda gerçekleştirmek daha uygun."
Neden bu kadar güvenlik önemli alınan odalarınız var diye elbette sormayacaktım.
" Neden bazı şeyleri kimsenin bilmesini istemiyorsunuz ki? Bu belgesel insanların izlemesi için hazırlanıyor sonuçta."
" Belgesel işin formalite kısmı. Ben alacağım bilgilerle ilgileniyorum."
" Ailenizin sizden sakladığı bir şeyler varsa neden kendilerine sormuyorsunuz? Biraz saçma değil mi bunun için kuruluş yıl dönümü belgeseli?"
" Bunlar öyle basit bir soru cevapla alınacak bilgiler değil. Bak, neredeyse 30 oluyorum ama hala şirkette resmi bir görev alamadım ta ki babamın yerine vekaleten gelene kadar. Aslan'ın eşi Ani babamın kuzenidir. Daha öğrenciyken şirkette en tepeden yer edinmiş kendine. Sence bu ne kadar adil? Ya da Aslan, o da benim kuzenim. Aynı dönemde bitti okullarımız ama o bizden önce buraya alındı ve hukuk biriminin başına geçti."
Ani ve Aslan çiftine de kafam ayrı takılmıştı. Ani, Alen Bey'in kuzeni, Aslan da Demir'in kuzeniydi. Aslan en fazla 30-32 arası görünüyordu ve kadınla arasındaki yaş farkının çokluğu bir bakışta anlaşılıyordu. Aşk evliliği miydi merak etmiştim.
" Ani Hanım yönetim kurulu üyesi. Kocasına hukuk birimini vermek zor olmamıştır bence."
"Onlar evlenmeden önce Aslan bugünkü konumundaydı zaten."
" O zaman koltuk savaşları yüzünden mi bu proje? En tepede olma derdi yani."
" Öyle de diyebiliriz. Ama derdim Aslan'la değil. Zaten öyle olsa yanımızda olmazdı. Bu yüzden bazı şeylerin gizli kalması çok önemli. Benim olmadığım zamanlarda Yağmur sana destek olacak. O da yoksa Aslan. Ama bir konuda uyarmalıyım ki o da önemli bilgileri Aslan'dan önce bize söylemen. Ani, Aslan'ın hep ensesinde. Herhangi bir bilgi sızması benim koltuk savaşımın başlamadan bitmesine sebep olur."
" Tamam, öyle yaparım." dedim çokta anlam veremeyerek.
Çok zenginlik böyle bir şeyse, kalsın ben almayım seviyesine gelmiştim birkaç saatte.
Ben, cam duvardan şehir manzarasına bakarken o, masadaki dosyalardan birini inceliyordu.
Aradan çok kısa bir süre geçtikten sonra tıklanan kapıya baktım. Kahve getiren görevli ve hemen arkasından da Yağmur girmişti odaya.
Gülen yüzüyle karşımdaki tekli koltuğa oturdu. Kahvelerimiz ise hemen önümüzde yerini almıştı.Genç kadın bir yudum alıp ikimize bakarak:
"Kahvesiz güne başlamak kabul edilemez bir şey." dedi. Tepkisiz kalan Demir'e karşın ben gülümseyip onu onayladım.
"Yağmur, Ezgi'nin Piraye Hanımla yapacağı görüşmelerin hiçbirine yalnız gitmesini istemiyorum.Adin ailesinin evindeki görüşmelerde, benim olmadığım zamanlarda Ezgi'ye senin eşlik etmeni istiyorum."
"Olur tabii." dedi.
"Ani konusunda da dikkatli olmamız şart. Aslan'a burada çok fazla yüklenecek. O yüzden aşırı önemli olmadıkça buradaki toplantılarımızı, Ani'nin şirkette olmadığı zamanlara denk getirmemiz gerekiyor."
"Ya da başka bir yer belirleriz."
"Bakıyorum, geçici olarak evlerden birinde toplanırız." dedi sıkıntı ile arkasına yaslanırken. Gözleri yine manzaraya takılı kalmıştı. Çok sık düşüncelere dalan biriydi.
"Bittiyse biz çıkıyoruz." dedi Yağmur, bakışlarıyla benden de onay alarak.
Çantamı alıp ayağa kalkarken, Demir'in başıyla onay verdiğini görmüştüm. O gün bir daha karşılaşmadık.
Geçtiğimiz koridorlardan birinde Ani ve Aslan çiftini tekrar gördük. Ani kısa boyuyla önden tripli bir şekilde yürüyor Aslan ise en az 1.90 lık haliyle kadının arkasından koşturup bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Oldukça komik görünüyorlardı. Aradaki yaş farkı bir yana gerçekten çok uyumsuz hissettiren bir şeyler vardı onlarda.
Nihayet ana binadan çıkıp diğer yapıların arasında bulunan bir kafeye gittik.
Aklımda çok soru vardı ama cevap alabilecek miydim, bilmiyordum.
Siparişlerimizi beklerken Yağmur durumu farketmiş olacak ki "Sormak istediklerin varsa sorabilirsin." dedi.
"Neden bu kadar gizlilik ve önlem var?"
"Buna tam olarak cevap veremem çünkü ben de en az senin kadar yabancıyım bu gizlilik meselesine. Önlem konusu biraz farklı. Ama Demir senin zarar görmemen için elinden geleni yapar."
"Neden zarar görecekmişim ki?"
"Onu da zamanla anlarsın. Piraye Hanım yabancılardan hoşlanmaz ve sen bu aileye biraz zoraki gelmiş bir yabancı olacaksın."
"Hiçbir şey anlamıyorum ve tufaya düştüğümü düşünüyorum."
"Biraz öyle yaptık gibi duruyor. Bu işi senden başkası başaramazdı bence. Sen kabul etmeden detayları da söyleyemezdik. Mecburen..." dedi gözleri parlayarak.
Konuşmamızı bölen masamıza gelen hamur işleri olmuştu. Epey acıkmıştım doğrusu. Çayımdan bir yudum alıp bir şey daha sormak istedim ama fazla özel mi kalırdı emin değildim.
Demir'le aralarındaki ilişkinin ne olduğunu merak etmiştim. Bir asistandan daha yakındı ona ama değil gibiydi de. Düşündüğümü değil de o an aklıma geleni konuştum.
"Aslan Bey ve Ani Hanım tuhaf bir çift sanki."
"Maalesef öyleler evet. Burada olsa Aslan demeni tercih ederdi."dedi. Güldüm.
" Aslan'ın karısından bir şeyleri gizlemesi zor olacağa benziyor. Koridordaki hallerine bakarsak. Neden onu da ekibe almıyoruz ki?" dedim Yağmur'u sorgular gibi.
Düşünceli bir hale büründü ve "Burada gördüğün hiçbir şey ve hiç kimse göründüğü gibi değildir Ezgi. Aslan'a güvenebiliriz ama Ani'ye asla."
"Projeye zarar mı verir?"
"Ani mi? Hiçbir şey yapamaz. Onun tek derdi Aslan'dır. Sana bir öneri, Aslan'a yaklaşmadığın sürece seni sever, kollar."
"Çok mu kıskanç?"
"Kıskanç değil takıntılı. Bence hastalık boyutunda ama kimse umursamıyor. Kendi kendine yaşayıp gidiyor şirkette işte. Aman, kimseye bulaşmasın da Aslan ona kalabilir. Demir'e engel olacak hiç kimseyi ekibe alamayız. O çok bekledi bugünleri."
Gözleri parlayarak söylemişti bu cümleleri. Her halinden, ona değer verdiği belliydi. Daha fazla soru sormadım bu konuda. İlerleyen dakikalarda Aslan, Yağmur'u aramış ve yarın için hazırlanmamızı, Piraye Hanım'la ilk görüşmemizi gerçekleştireceğimizi söylemişti. Hazırlıktan kastının ne olduğunu tam anlayamasam da Yağmur, Piraye Hanım'ın son derece resmi giyinmemden hoşlanacağını belirtmiş, birkaç taktik vermişti. Öğle vakitlerinde her ikimiz de kendi işlerimiz için ayrılmıştık.
Dizinin final senaryosunu akşama teslim etmem gerekiyordu.Eve döndüğümde dağınık yatağım, etrafa saçılmış kıyafetlerim ve en önemlisi fare yavrusunu kaybetse bulamayacağı türden bir kalabalığa sahip masa üstü beni karşılamıştı. İlk iş, odamı yerleştirip düzenlemeye koyuldum. Ne ara bu kadar dağıttığıma dair hiçbir fikrim yok. Bu sadece, sabah dağınıklığı değil gibi duruyor üstelik. Aslında düzenli olmayı seven birisiyim ama sanırım uzunca bir zamandır düzen bana uğramadı. Ben de kendisini hiç umursamadım doğrusu. Rahatsız olmuyor değilim ama sanırım iç dünyamdaki kargaşa bitmeden bu da bitmeyecekmiş gibi geliyor.
'Katran' için son kez senaryo teslimini yapmış, havanın kararmak üzere olduğunu bile farketmediğim bir temizlik işleminin sonuna yaklaşmıştım. Katran'la birlikte odamda da finali gelmiş pek çok şeyi atmayı ve eşyalarımı azaltmayı seçmiştim. Hafifleyeceğimi düşünüyordum çünkü. Zilin çalması benim bugünkü tüm işlerimin bitiş düdüğüydü adeta. Zeynep ve Tufan istediğim yemeklerle gelmişlerdi.
..........
Kulüp Latinas, Gece 02:00
Kulağının içine iyice ittiği minik, görünmez kulaklığı son kez kontrol edip içeri girdi. Daha önce de gece kulübü ya da ona benzer yerlerde görev aldığı olmuştu ama bu seferki görevi öncekilere hiç benzemiyordu. Onun gençliğinde bar veya diskolar bu işi görürdü ama oralar bile bu mekan karşısında, türkü bar havasında kalıyordu. Bir an eli kulağına gitti. Konuşmak istedi ama müzik sesinin yüksekliğinden yapamadı. Anlaşılacağından emin değildi. O an kulağında bir kahkaha sesi duydu.
"Senin yirmilere benzemiyor değil mi?" dedi Aslan neşeli bir şekilde.
"Konuş konuş ben duyabilirim seni."
"Aslan Bey, benim 20 lerim senin 40 larını cebinden çıkarırdı. Bu ortam ne ki?"
Aslan kahkahasına devam ederken, adam mekanın biraz daha iç kısmına, dj kabinine doğru ilerlemeye başladı. Yüksek sesten bir an düşünme yetisini bile kaybedeceğini sandı ama çabuk toparladı. Gece, gençlerin pisti doldurması ile başlamış oldu. Dj kabinine geçip, tanıdığı yüze selam verdi. Müzik zirve yaptığı an görevi için üst katlara doğru çıkacaktı.
Kulağında duyduğu sese yöneldi tüm dikkati.
"Ömer abi, birazdan buralar karışacak. Korkarsan işaret ver gelirim yanına."diyerek dalga geçen adama "İçimden küfrettim sana Aslan."dedi ve ekledi " Sağa sola bulaşma git işini yap."
Aslan'nın "Ben işimi yaparım, sıkıntı yok. Ama bu kez ortalığı karıştıran ben olamayacağım diye üzülüyorum."demesiyle gözünün önüne o anlar tekrar geldi.
Aslan'la yemek için gittikleri restoranda sadece 5 dakikalığına yalnız bıraktığı adamı, birileriyle kavga ederken bulmuş yetmemiş ortamdaki masa sandalyeler havada uçuşmuş ve restorana ağır hasar vermişlerdi. Her şey Aslan'la karşı masadaki kadının bakışmasıyla başlamış, Aslan'ın kadının masasına gitmesi ve biraz fazla samimi olmalarıyla devam eden dakikalar, kadının sevgilisinin gelmesiyle son bulmuştu. Adam kaç tane olduğunu sayamadığı korumalarıyla gezen ve cüsse olarak neredeyse Aslan'ın iki katı kadar olan bir Rus mafyasıydı. Sonrasını tahmin etmek elbette zor değildi. Neyseki restoran sahibi tanıdıktı da elektrikleri kesip, onları gizli çıkıştan kaçırmıştı. Fakat çıkana kadar da sağlam dayak yemişlerdi. O anları hatırladıkça Aslan'a sövme isteği iki kat artıyordu. En çokta kadının bir köşede masa üstüne çıkıp sevgilisine tezahürat yaparak, olan biteni izleyip eğlenmesi ağırına gitmişti.
Acısı hala taze olan anıdan sıyrılıp "Ben uyarayım da sonra dayak yerken tek başına kalınca abi niye gelmedin deme.Üstelik seni tanımadığım gibi bir tane de ben patlatırım." dedi.
"Kalbim kırıldı ama..." diye devam etmek üzereyken araya giren üçüncü bir ses her ikisini de susturmuştu.
"Biraz daha konuşursanız Rus mafyasının yarım bıraktığı işi ben tamamlarım. Herkes işine baksın.1 saat içinde halledip beni arayın." Ses tonundaki ciddiyetin farkındalardı. Tehditi es geçip verilen emri yerine getirmek üzere her ikisi de bu büyük kulubün katlarına dağıldılar. Saat ilerledikçe ses yüksekliği ve müzik türü de değişiyor, kabindeki dj'in bir işareti ile pistteki büyük kalabalık daha da coşuyordu. Gruplara bölünmüş kalabalığın ellerinde dönen kola kutusu ortamın birazdan eksi şuur seviyesine ineceğini gösteriyordu.
Cebinden çıkardığı güneş gözlüğünü taktı ve kabinden yukarı kata doğru giden merdivene yöneldi.
Aslan ise kulübün alt katlarında bir yerde kendisini bekleyen adamın yanına ulaşmakla meşguldü. İndiği son katta açılan kapının ardında onu, genişçe bir yemek masasının başında 50 lerinde bir adam ve ekibi karşıladı. Küçümser bakışlar altında masaya davet edilen Aslan, daha önce planlanan anlaşma için adamı ikna etmeye çalışacaktı.
Bu sırada ikinci kata ulaşan Ömer, bu katlara gelen sesin kademe kademe azaldığını fark etti. Ses izolasyonu çok sağlamdı ve son kata çıktığında tamamen sessiz bir ortamın onu karşılayacağını biliyordu. Çakmak cebinde tuttuğu diğer kulaklığı sol kulağına yerleştirdi ve telefonundan o niş müziği açtı.
Flotenschule, Op. 42: No. 78 in E Major...
Tüm odağını, birinci katta kendine ulaştırılan silahına yöneltti. Belirgin hatlarla Hikmetî yazan kabzasını gözleri parlayarak kavradı ve ucuna susturucusunu taktı. İşte şimdi keyfi yerine gelmişti. Katları bir bir çıkarken kendisinden bi haber korumaları tek tek indiriyordu. Tüm odağı kulağındaki yan flütteydi.
Bu işi seviyordu...
Son kata geldiğinde koruma sayısı çok fazlalaşmıştı ama o, zorluk tanımaz bir profesyoneldi. İmkansız ise biraz zamanını alırdı.
Kapının dışındaki korumaların iki katı kadar içeride karşılaşacağını biliyordu daha dikkatli olmalıydı. Kapıyı açar açmaz içeriden yükselen tekno müzik, kulağındaki yan flütün sesini bastırdı. Sanki midesi bulanmışçasına yüzünü buruşturup içerideki manzaraya baktı. Neredeyse 10 kişilik bir grup hem dans ediyor hem de malum yasaklı maddeyi kullanıyordu. Olan biteni izleyen korumalar ise yüksek sese dayanamamış ve kulak tıkaçlarını takmışlardı. Bu noktada işi biraz daha kolay olacak gibiydi. Tabii içlerindeki adamı yardım ederse. Telefonunu çıkardı ve tekno müziğin tüm elektronikliğine karşın, hücum kayıt yapılmış yan flütün sesini yükseltti. Tam duyamasa da orada bir yerlerde var olduğunu bilmek hoşuna gidiyordu.
Adamlardan birini indirerek işe başladı ve beklediği yardım gecikmeden gelmişti.
............
Aslan, pazarlık yapmak için masaya oturmuştu fakat karşısındaki adamın böyle bir şeye niyeti olmadığını gayet iyi biliyordu. Yine de şansını deneyecekti.
Önüne koyulan servisten, kendisini izleyen adama çevirdi bakışlarını.
"Hala aynı yerinde misin Aslan?"
"Evet öyle."
Adam ve yanındakiler birbirlerine bakıp güldüler.
"Geçen yıl sana yaptığım teklifi kabul etmeliydin. Yazık, senin gibi birisi Kıpçak İsa'nın emrinde harcanıyor. Adinler'den İsa'ya ekmek çıkmaz boşa uğraşmasın."
"Vefa borcum var. İsa Bey olmasa şimdi karşınızda değil mezardaydım."
Adam şen bir kahkaha patlattı ve üst perdeden konuşmaya devam etti.
"Doğru, muhtaçlık başka bir şeye benzemez. Senin gibi birini bile karşımda oturacak seviyeye getirebiliyor."
Aslan o kadar gerilmişti ki adamı buraya gömme isteğini bastırmakta zorlanıyordu. Bu durum yüzünden anlaşılmış olacak ki adam toparlamak adına devam etti.
" Anlaşma için gönderildiğini biliyorum. Önce bana ait olanı istiyorum. Sonra kızı alırsın."
Aslan, adamı istediği yöne çekmenin rahatlığı ile arkasına yaslandı.
"Kızı vereceğinden nasıl emin olacağım? En önemlisi kız yaşıyor mu? Yaşıyorsa nerede?"
Bu soruların cevabını elbette biliyordu. Amacı Ömer'e biraz daha vakit kazandırmaktı. Daha sonra anlaştıkları saatte bu odadan çıkacaktı.
"Yaşıyor. Sen, bana ait olanı teslim ettikten sonra dışarıdaki adamlar çıkış kapısında sana ulaştıracaklar."
Adam belli etmemeye çalışıyordu ama paniği gözlerinden okunuyordu. Aslında yapılan anlaşma basitti o kendisine ait olanları, Aslan'sa alması gerekeni alacaktı. Japonya'nın en zengin ailelerinden birinin kızı turist olarak geldiği ülkemizde arkadaşlarıyla gittiği gece kulübünde birden ortadan kaybolmuştu ve bir haftaya yakın bir süreçte bulunamamıştı. Ailesi olayın duyulmaması için çok uğraşsa da hafta başında kızın kayboluşu haber olmuştu. Japon yetkililer ise Türk emniyet güçlerinin de yardımıyla bu olay üzerinden bambaşka bir suç şebekesini tespit etmiş, kızın da bu şebeke için çalıştığını düşünmeye başlamışlardı. Haksız da sayılmazlardı. Kız, ailesinin illegal işlerinin başındaydı ve Yakuzalar sayesinde yaptıkları işlerin üstünü örtüyorlardı. Elbette siyasi destekleri de vardı. Tam da bu noktada yardım istedikleri Türk yetkililer bir aracı vesilesi ile kızın izine ulaşmışlardı. Elbette bunun bir karşılığı olacaktı. Japonya'da Türkiye aleyhine propaganda yapanlar tutuklanacak ülkeye iade edilecekti. Aslan ise o aracının gönderdiği kişiydi ve kızı elinde tutan adamı çok iyi tanıyordu. Bu iş teklif edildiğinde seve seve kabul etti çünkü onun da elde etmesi gereken bir takım gizli bilgiler vardı. Kayıp meselesine son noktayı o koyacaktı.
Adamın paniğini bir süre izleyen Aslan, aldığı keyifle cevap verdi. "Size nasıl güveneceğim?"
"Alen Adin'in kaybettiği hisselerin kimde olduğunu söylemeyi düşünüyorum."
" Bu tür sözleri tutmayan biri içi son derece iddialı ama peki, kabul ediyorum." dedi adamın oyununa ayak uydurarak. Hisselerin kimde olduğunu zaten biliyordu.
Keyiflenme sırası adama geçmişti. Aslan yanında getirdiği çantanın içinden küçük bir kutu, onun içinden de geniş, kadife bir kese çıkardı ve adamın önüne doğru ittirdi. Keseyi alan adamın dünyada başka hiçbir şey yokmuş gibi kendinden geçişini izledi. Tüm dikkatler adamın elindeki kesedeyken, üst katlarda bir yerlerde olduğunu bildiği Ömer'e, kolundaki saatin kurma kolundaki düzenekten haber vermeyi ihmal etmedi.
Artık buradan çıkmaları gerekiyordu.
.....
Ömer kulağındaki yan flütün zirvelerde gezen notalarına kendini kaptırmış, susturucu ve yüksek sesli müziğin de yardımı ile bir yandan önüne çıkanları deviriyor bir yandan da hedefine doğru ilerliyordu. İkinci katın merdivenlerinden üçe çıkarken önüne fırlayan korumanın diğerleri ile haberleşmesine fırsat vermeden silahını ateşledi. Bundan sonra çok dikkat etmeliydi zira adım başı silahlı koruma bırakmışlardı. Her merdiven basamağı çıkışında yukarıdan biri tedbirsizce iniyor ve Ömer'in namlusu ile karşılaşıyordu. Sonunda isteği kata gelmişti. Açması gereken son kapıyı da açıp içeriği girdiğinde ise onu kendi yerleştirdiği adamlar bekliyordu. İçeride önce yar çıplak yatan kıza sonra da orta sehpanın üstünde duran uyuşturuculara takılmıştı gözü. Birkaç çeşit birden kullandığı belliydi. Silahını beline taktı ve koltukta öylece hareketsiz yatan kızı kucağına aldı. Bu katın yangın merdiveninde bekleyenler kızı sorunsuz bir şekilde dışarı çıkaracaklardı. Dairenin kapılarını tekrar açıp yangın merdivenine giden Ömer, kızı kendisini bekleyenlere teslim etti.
"Madde etkisinde sanırım ama hangisini kullandı bilmiyorum."
"Tamam, sen hemen buradan çık. Kameralar beş dakikaya aktif olacak. "
"Dikkatli olun." Deyip onların yanından ayrılan Ömer zamanının kısaldığının farkındaydı. Saatindeki uyarıyı çoktan görmüştü. Geldiği yolu takip ederek ana eğlence salonuna indiğinde bir anlık doğru yerde olup olmadığını sorguladı.
İçinden sessiz bir küfür savurup "Bu ne lan." dedi.
Onun sesindeki tuhaf telaş, kulaklığın diğer ucundaki Aslan'ın da dikkatini çekmişti.
Kulüpten çoktan çıkmış ve görüşme yaptığı adamın vadettiği teslimatı alamamıştı. Bu zaten tahmin ettiği bir şeydi. Şimdi kulaklığını açmış, Ömer'in buluşma noktasına gelmesini bekliyordu.
"Ne oldu?" dedi alay eder bir ifade ile. Aslında ne olduğunu tahmin edebiliyordu.
Kulağı sağır edecek düzeyde çalan müziğin ritmine kendini kaptırmış gençlerin arasında ilerlemeye çalışırken cevap verdi.
"Aslan milletin tipi kaymış. Ağız yüz bir tarafa, gözler başka tarafa bakıyor lan. Az önce birisi lastik gibi kıvrılmış zıplamaya çalışıyordu. Güneş gözlüğü takmayanlar zombi gibi. Müzik zaten bir tuhaftı da bunlara ne olmuş böyle? Ne kullanıyorlar lan bunlar? Benim bildiklerim böyle yapmaz adamı. Yazık ana babaları da çocuğum eğleniyor diye düşünüyor. Gençliklerini, hayatlarını mahvediyorlar."
Aslan'dan duyduğu kahkaha sesi ile yine sinirleri bozulmuştu.
"Abi bir de yaşlandın deyince kızıyorsun. Sentetik mallar onlar. Malın da sentetiğini kullanıyorlar. Plastik gibi eğilip bükülmeleri ondan. Senin zamanındaki malları sevmiyor yeni nesil." dedi gülerek. "Ama diğer dediklerinde haklısın. Hem ailelerine hem kendilerine hem de ülkeye zarar bir durum."
Ömer'den ses çıkmadı. Buluşma noktasına yaklaşmıştı.
Aslan her ne kadar rahatmış gibi davranmaya çalışsa da oynadıkları oyunun farkına varılmadan önce buradan uzaklaşmak istiyordu. Nihayet Ömer yanına gelmişti. Arabaya atladıkları gibi temkinli bir şekilde yola koyuldular.
"Manyak ulan bunlar. Bir de eğlence diyorlar bunun adına."
"Ravelemek deniyor canım ona. Kişisine göre değişir tabii eğlence anlayışı. Bazen kopmakta iyidir hani."
"Her ne haltsa adı artık. Çok koptun herhalde Aslan Bey!"
" Yani biraz." dedi gülerek.
"Yazıklar olsun, bir yapmadığın o kalmıştı."dedi ima ile Aslan'a bakarak.
"Ne? Mal mı? Yok abi kullanır mıyım ya? Sen beni hiç tanımadın mı? Eğlencesine bulunduk o ortamlarda işte. Bilirsin biraz rahat ortam. Kimse birbirini tanımaz. Gençlik hevesi."
"Tabii gençlik hevesidir kesin. Biliriz senin heveslerini."
Aslan'ın arabayı sürerken yüzündeki rahat ifade, Ömer'in söylediklerine verdiği cevapla birleşince ortam biraz olsun hafiflemişti. Ancak bu rahatlık uzun sürmedi. Ömer, dikiz aynasından hızla yaklaşan iki siyah arabayı fark etti. Araçların farları, gece karanlığında iki keskin ışık huzmesi gibi yaklaşıyordu.
"Bizi takip ediyorlar." dedi Ömer, sesindeki telaşı gizlemeye çalışarak.
Aslan dikiz aynasına bir göz attı ve yüzündeki gülümseme anında kayboldu.
"Demek ki işler planlandıkları gibi gitmemiş." diye mırıldandı. Elleri direksiyonda sıkılaştı, hızını artırdı.
"Kemerini bağla abi, biraz hızlanacağız."
Ömer kemerini takarken, arkalarındaki arabalardan ilki hızla yanlarına yaklaştı. Camı açıldı ve silahlı bir adam belirdi.
Ömer, "Aşağı eğil!" diye bağırdı, ancak sesi, kurşunların patlama sesine karıştı. Camlar paramparça oldu, arabanın içi kurşun sesleriyle doldu.
Aslan direksiyonu sertçe sıkıp arabayı atlatmak için gaza biraz daha yüklendi. "Çok erken fark ettiler ama bu kadar erkenini beklemiyordum." dedi.
"Belki de bekledikleri bir durumdu. Biz hafife almış olabiliriz."dedi Ömer.
İkinci araba da hızla yanlarına yanaştı fakat bu sefer Ömer hazırlıklıydı. Camı açıp hızlıca birkaç el ateş etti. Kurşunlardan biri arabanın ön lastiğini patlattı, araç kontrolünü kaybedip savrulmaya başladı. Ancak ilk araba hâlâ peşlerindeydi ve bu sefer daha agresif bir şekilde saldırıyordu.
Aslan, dar bir sokağa saparak arkalarındaki arabadan kurtulmaya çalıştı. Ancak burası çıkmaz sokaktı. Direksiyonu son bir umutla kırdı ve araba hızla duvara çarptı. Ön tampon paramparça oldu ve hava yastıkları patladı.
Ömer başını çarpmış, alnından hafifçe kan sızıyordu. Aslan ise direksiyona çarpmıştı, fakat hâlâ bilinci yerindeydi. "Çabuk, arabadan çık!" diye bağırdı, kapıyı tekmeyle açarak.
İkisi de arabadan fırladı, arkalarından hızla yaklaşan arabanın motor sesini duyabiliyorlardı. Ömer, Aslan'ı kolundan çekerek bir çöp konteynerinin arkasına sakladı.
"Atlatmamız lazım." dedi Aslan.
"Aferin sana ya. Ben bunu hiç düşünememiştim Aslan. Senin teslimat sonrası planın kusursuz işliyordu hani?"
"Öyleydi abi. Normalde beklediğim saatte fark edeceklerdi. Ama çok erken düştüler peşimize. Demek ki hesaplayamadığım bir şeyler olmuş." dedi rahatlıkla
"Her seferinde, seninle yalnız iş yapmamaya kendime söz verip nasıl yapıyorum anlamıyorum ama bu sondu." dedi Ömer sinirle.
"Değil mi dayanılmaz bir cazibem var." diyerek göz kırpan Aslan'a karşılık, ağız dolusu bir "Salak" kelimesi geldi Ömer'den.
Bir anlık sessizlikten sonra, "Bizi bulurlarsa burada sıkışırız." diye fısıldadı Aslan.
Ömer silahı sıkarak, "O zaman biz onları burada sıkıştıralım." dedi.
Araba hızla sokakta ilerlerken, Ömer bir el ateş etti. Kurşun, ön camına saplandı ve araç kontrolünü kaybederek yan yattı.
Aslan "Şimdi!" diye bağırdı ve ikisi birlikte koşmaya başladı. Arkalarında patlayan lastik sesleri ve bağrışmalar vardı, ancak onlar çoktan uzaklaşmaya başlamışlardı. Birkaç sokak sonra, gölgelerin içinde kayboldular.
Aslan, bir duvara yaslanarak nefesini toplamaya çalıştı. "Bugün ölürüz diye düşünmüştüm." dedi, yarı şaka yarı ciddi bir tonda.
Ömer, alnındaki kanı silerek, "Daha ölmedik," diye karşılık verdi. "Ama bu iş burada bitmedi. Bizi kimin takip ettiğini bulmamız gerekiyor."
Aslan başını salladı. "Önce yarana bir bakalım. Sonra bu işin üstüne gideriz."
İkisi de gece karanlığında kaybolurken, arkalarında bıraktıkları kaos ve sorular havada asılı kalmıştı. Bu sadece bir başlangıçtı ve daha büyük bir tehdit onları bekliyordu.
................
Genç adam, konağın önünde birkaç dakika durdu. Yüksek duvarlarının ardında bir zamanlar ona sıkça kapılarını açan o görkemli beyaz yapı duruyordu. Cumbalı pencereler, sanki geçmişten bir şeyler fısıldıyormuş gibi loş ışıklarla aydınlanmıştı. Zarif işlemeli taş duvarlar ve ağır ahşap kapı, eskisi gibi ihtişamlıydı ama artık anılarda kalmışlığın verdiği yabancılık vardı. Bahçedeki asırlık çınar, rüzgârda hafifçe sallanırken, bir zamanlar bu avluda duyduğu heyecanın yerini, tarifi zor bir hissizlik kaplamıştı. Derin bir nefes aldı, içindeki ağırlığı bastırıp kapıya yöneldi.
Korumaların olduğu bölüme, telefonu dahil üstündeki eşyalarını bırakması gerekiyordu. Bu işlemden sonra iç kapıya doğru yol aldı. Orada da üstünün, hassas dedektörle son kez aranacağını düşünüyordu. Nitekim beklediği gibi de oldu. Bu prosedürden sonra üç kez aranmış olmanın verdiği rahatsızlıkla kendisini bekleyen adamın olduğu odaya doğru ilerledi. Bu odaya konaktan bağımsız bir koridorla ulaşılıyordu ve adeta bir iş yeri gibi tasarlanmıştı. Küçük bir toplantı salonunda kendisini karşılayan adamla, uzun bir aradan sonra ilk kez karşılaşıyordu.
Geldiğini fark etmemiş gibi görünen adamın masasındaki isimliğe ilişti gözü. Rıza Sert yazıyordu. Ama o, onu Kıpçak Hoca lakabıyla tanımıştı. Soyadı gibi sert bir adamdı ve herkes ondan çekinirdi. Ağarmış saçları ile uyumlu gri ceketi ona olduğundan daha ağır bir hava katmış, çatık kaşları ile ortamı negatif enerjiye boğmuştu. Son yıllarda çektiği görme sorunu yüzünden kullanmak zorunda olduğu çerçevesiz gözlükleri, sert çehresini yumuşatmaya çalışsa da başarılı olamıyordu.
Masasında incelediği kağıtlardan kafasını ağır biçimde kaldırdı. Baştan aşağı karşısındaki adamı süzdü. Bunu yaparken de rahatsız edici biçimde bir yavaşlıkta arkasına yaslanmayı ihmal etmedi. İlerlemeye başlamış yaşından nasibini alan çatallı ses tonu ile konuştu.
"Hoş geldin. Uzun zaman oldu, zayıflamışsın."
Genç adam başını salladı. Hoş buldum demek içinden gelmiyordu.
"Evet. Öyle oldu."
"Baban koltuğunu sana devretmiş. Tebrik ederim. İsteğine ulaşmışsın."
"Henüz değil ama iyi bir başlangıç oldu. Merdivenin birinci basamağı diyelim."
"Diyelim Demir diyelim." dedi adam.
Ortamda son derece rahatsız bir hava vardı. Çok nadir de olsa, onunla daha önce birkaç kere benzer bir havaya denk geldiğini hatırladı Demir. O zamanlar şartlar başkaydı. Ama bu sefer bu durum için bir sebep bulamadı.
"Paketi kargoladınız mı?" diyen adamın yüzünü inceledi. Ufak bir ipucu aradı bulamayacağını bile bile...
"Evet, 3 ve 4 halletti."
"Halletti?" diye imalı bir soru sordu kaşlarını yukarı kaldırarak. Olduğu yerden kalktı ve masanın önüne doğru yürüyüp, tam orta kısmına yaslandı. Kollarını bağladı.
Demir beden dilini okuyabiliyordu ama gerginliğin sebebini bir türlü çözemiyordu.
Şaşkın bir halde.
"Evet." dedi.
"Ne eveti Demir efendi, saldırıya uğramışlar ne eveti?" diyerek sesini olabildiğince kalın tondan yükseltti.
Demir duyduğu cümlenin şaşkınlığı ile elini cebine attı telefonunu bulma umuduyla ama kapıda bıraktığı aklına gelince, başını kaldırıp umutsuzca karşıdaki adama baktı.
"Telefonu kapıda..." derken kesilen sözüyle durdu.
"Ne zamandan beri telefonla iş yapar oldunuz?"
"İyiler mi? Operasyon bitince cihazları çıkarmıştım."
"Demek ki operasyon bitmemiş Demir. Acemi de değilsin. Kim sana iş biter bitmez kulaklıktan, cihazlardan kurtul emri verdi?"
Demir duyduğu cümle ile olduğu yerde çakılı kalmıştı. Tamam, zaman zaman yanlış adım attıkları oluyordu ama hiçbir şekilde işlerine gölge düşürecek şeyler değildi. İlk kez böyle bir cümle kurmuştu hocası ona karşı. Ne diyeceğini bilemedi. Dahası bir şeyle mi itham ediliyordu anlayamamıştı. Karşısında konuşan başka birisi olsaydı kesinlikle anlardı ama Kıpçak Hoca olunca anlayamıyordu. O yapmaz, böyle düşünmez diye geçiyordu sadece aklından ama işte bir türlü yüz ifadesinden anlayamamıştı.
Afallamış bir halde "Bir şeyle mi itham ediyorsunuz beni?" dedi.
"Cevabı sen vereceksin Demir. Ben itham etmem. Şüphelenirsem, bu odadan cesedin çıkar. İyi bilirsin."
Başını yere eğdi Demir. Bilirdi, iyi bilirdi.
"Dalgınlığıma denk geldi sanırım. 3 numara paket tamam deyince o rahatlıkla çıkarmıştım."
"Senin rahatlığın 3 ve 4 ün hayatına mal olabilirdi. Operasyon noktalanmadan kafana göre hareket edemezsin. Daha öğrenemedin mi?"
"Haklısınız."
"İyi olmasalar haberin olurdu."
"Doğru" dedi mahçupça ve biraz da rahatlayarak.
"Demir, son yaşadıkların seni iyice dalgın bir adam haline getirmiş. Eğer asıl operasyonu da yapamayacaksan şimdiden bırak."
"Gerek yok. Ben iyiyim. Tv sektörü biraz yordu sanırım ama başa çıkıyorum."
"Toparlan." dedi uyararak.
"Kızı ikna etmişsin. Başarabilecek mi?"
"Yapacak, yapmak zorunda."
Yan bir gülüş aldı bu cevabına karşılık. Derken, o anda kapı çaldı. Gel diyen sesi takiben içeri tanıdık bir yüz girdi. Elindeki birkaç dosyayı masaya bırakıp Demir'e doğru döndü yüzünü. "Hoş geldin Demir." dedi tam gözlerinin içine bakarak.
Bundan hoşlanmayan Demir ona sessiz kaldı. En son ne zaman gördüğünü hatırlamıyordu bu yüzü fakat oraya attığı yumruğun elinde bıraktığı hafif acısı hala parmaklarındaydı. Şimdi bile kendini zor tutuyordu.
Karşısındaki adam bozulmuştu ama belli etmemeye çalışarak, "Yemeği de haber etmek istemiştim baba."dedi. Bu sırada gözü hala Demir'in üstündeydi. Demir'se 55 lerindeki adama bakıyordu. Adam masasına dönmüştü ve Demir'e çekmecesinden aldığı bir dosyayı uzatmıştı.
Yeni bir görev hazırlığı demekti bu. Genç adam, birkaç adımda ulaştığı masaya uzanıp dosyayı aldı.
" Dikkatli ol. Gerekirse takviye al. Çıkabilirsin." dedi adam o geri çekilirken.
"Yakında güzel bir günümüz olacak Demir. Seni de bekleriz. Davet kartı eline ulaşır." dedi sonradan gelen genç adam.
Ortam müsait olsaydı bu adamı ismini unutturacak kadar benzetebilirdi ama şartlar uygun değildi. Hiç cevap vermeden hatta gözünü bile kırpmadan arkasını döndü ve odadan çıktı.
"Ne gerek vardı şimdi bu şova Sinan?" dedi Rıza Bey.
"Gerekliydi. Benim yerime kendinizi koyun lütfen."
Sinan'a hak vermiyor değildi ama her ne kadar duygularını belli etmese de Demir'in içinin yanışını da görebiliyordu. Her iki tarafa da hak veriyordu. Yine de Demir'in kırılmasına gönlü razı gelmiyordu.
"Sinan, kendince haklı olduğunu düşünmesem, Demir'in üzerine bu kadar gitmene izin vermezdim. Özellikle şu dönemde." Dedi sert ve uyarıcı bir tavırla.
Genç adam anlamıştı ses tonundaki uyarıyı. "Haklısınız. Daha dikkatlı olacağım. Şu görev, onu zorluyor değil mi?" dedi eski dostuna acıyarak.
Yaşlı adam kafa salladı onaylamak için.
"Başarabilecek mi sizce?"
Yaşlı adam masasına oturmuş, elindeki çakmağı çeviriyordu.
"Çakalların tek yakalayıp saldırdığı aslanı bilir misin Sinan? Aslan öyle bir yerden yara aldı ki çakallara yem olmamak için ailesinin yardıma gelmesi lazım. Yoksa yem olacak. Hem de çakallara."
"Şu senarist kız mı? Sizin başarılarınızla büyüdük biz, yine başaracaksınız hiç kuşkum yok. Özür dilerim ama o kızın yapabileceğini hiç sanmıyorum ben.Yine de ne zaman bana ihtiyaç olursa emrinizdeyim."
"Sen kendi görevlerini yap yeter."dedi.
Rıza Bey sinirlenmişti ama bir yandan da hak vermiyor değildi. Bu görevi de tamamlayıp artık emekliliğini isteyecekti. Yılların yorgunluğuna kalbi dayanmıyordu artık. Hayatının en önemli görevini başarıyla tamamlamak istiyordu ama bu sefer satranç tahtasına taşları o dizmemişti. Üstelik oynayan da o değildi. Sadece vezir görevini üstlenmişti. Senarist kızın bu projede yerinin olmadığını düşünüyordu. Ama üstlerinden aldığı emre itaat etmek zorundaydı. Sinan'ın kendisiyle bu kadar rahat konuşmasına, bu meseledeki doğru bakış açısı yüzünden izin veriyordu. Birden ayaklandı ve yemek için beklenen odaya doğru yol aldı.
..............
Demir bir hışımla konağın iç kapısına geldi ve avluya çıktı. Derin bir nefes aldı. Bunu yapmamak için çok direnmişti. Hatta kendi kendini ikna etmeye de çalışmıştı ama bu kapıya gelince hepsi uçup gitmişti. Etraftaki korumalara aldırmadan yönünü konağa doğru tekrar döndürdü. Kafasını kaldırdı Yukarı katta çok iyi bildiği camlardan birine dikkatlice baktı.
Perdenin arkasının boş olduğunu bile bile bekledi. Neyi beklediğini kendisi de bilmiyordu ama sanırım bu sondu. Edilememiş bir vedanın son bakışıydı. Pes edip, başını indireceği sırada perdenin belli belirsiz oynadığını gördü. Ya da öyle olduğunu sandı. Başını indirdi, önüne döndü ve ana kapıya, eşyalarını bıraktığı yere doğru yürümeye başladı. Her iki ihtimalde de değişen bir şey olmayacaktı elbette. Ne o ne de perdenin arkasında onun gidişini izleyen bir çift yaşlı göz eskisi gibi olabilirdi.
Bitti dedi içinden Demir işte şimdi bitti...
Gizem gittikçe büyüyor, işin içinde başka meseleler de var gibi. Demir ve ailesi arasındaki gerilim başlarına çok iş açacak sanırım. Ezgi arada kaynamasın da. :) Sonlara doğru heyecan ve merak arttı. Bakalım başka neler olacak? Her detay iyi düşünülmüş, bayağı emek olduğu belli. :)
YanıtlaSilSanırım biraz Ezgi’nin başı ağrıcayak. Teşekkür ederim.☺️
SilYazdıkların gerçekten etkileyici, Demir’in iç dünyasını ve baskı altındaki hayatını çok iyi hissettirmişsin. Özellikle aile mirası ve kendi hayalleri arasındaki çatışmayı anlatış biçimin çok gerçekçi. Karakterin kararlarını, hem güçlü hem kırılgan yanlarıyla görmek insanı içine çekiyor.
YanıtlaSilÇok mutlu yorumunuz için. Teşekkür ederim. ☺️
Silİnsan ailesini seçemiyor ama kendi hayatını cüz-i iradesiyle şekillendirme imkanı var.
YanıtlaSilBen de bazen ailemizin bir işi olsaydı da biz de onu devam ettirsek daha mı iyi olurdu diye düşünmüşümdür.
Şu an ailem öyle bir geleneği sürdürmeye başladı sanırım. İlginç bir deneyim ama bence aile işlerini devam ettirip büyütmek çok daha güzel ve güvende hissettiriyor.
SilBu bölümü de çok sevdim. Her bölümde Demir'e biraz daha gıcık oluyorum🙃 Gerçi anlamaya da çalışıyorum ama ilerleyen bölümlerde ne olacak merakla bekliyorum.
YanıtlaSilYeni bölüm gelsin hemen😊
Kaleminize sağlık😊