4/27/2018

AGATHA CHRISTIE'NİN PERA PALAS SIRRI

NTV yayınlarından çıkan çizgi roman Şark Ekspresi'nde Cinayet/Gizli Düşman'da Agatha Christie'nin yaşamına da kısaca değinilmiş. Kendi cümlelerimi de ekleyerek, Sevin Okyay'ın dosyasından alıntıladığım şu kısımla beraber, gelin Agatha Christie'nin kaybolduğu sırlı 11 güne, en başından bir göz atalım. İnternette gezen bilgi kirliliğine de belki son nokta olur.

Yazarın hayatındaki en büyük esrarı 1926 yılında 11 gün süreyle ortadan kaybolması oluşturur. Bu olay onun Akroyd 'un Katili'nin yayınlandığı, yani adamakıllı meşhur olduğu yılda meydana geldiği için herkesin de ilgisini çekmişti.
Kitabının kazandığı başarı bir yana, 1926 Agatha Christie için kötü bir yıldı. Önce ok sevdiği annesi Clara ağır bir hastalığın ardından öldü. Kocası Archie hastalık sevmediği için onu annesiyle yalnız bırakmıştı. Agatha'nın kafası karışmış, sinirleri bozulmuştu. Arabası çalışmayınca göz yaşlarına boğuluyor, çek imzalarken bazen adını hatırlamıyordu. Bir sinir krizinin eşiğindeydi. Nihayet evleri Styles'a dönecek gücü buldu. Ama orada onu daha büyük bir darbe bekliyordu.Archie karısına, Binbaşı Belcher'in eski sekreteri Nancy Neele'e aşık olduğunu söyledi. Hemen boşanmak istiyordu.

3 Aralık 1926 da Archie Christie hafta sonunu sevgilisiyle geçirmek için Godalning, Surrey'e gitti.
Aynı akşam 21:45 te, yanına küçük bir bavul alıp, sekreterine Yorkshire'a gittiğini bildiren Agatha ardında bir mektup bırakarak ortadan kayboldu.
Ertesi sabah kaputu kalkmış, ışıkları yanar haldeki yeşil Morris Cowley arabası, Newlands Corner, Surrey'de bulundu. Kürkü, içinde eşyalarıyla bavulu ve süresi geçmiş ehliyeti de arabadaydı. Derler ki, dört ilçe, 500 polis Agatha'yı aramış, bilgi verene ödüller vadedilmiş. Bu olaya reklam gözüyle bakanlar, kocasından intikam almak için dikkat çekmeye çalışıyor diyenler ve hafıza kaybına uğradığını iddia edenler olmuş.
Nihayetinde 11 gün sonra  Harrogate'teki Hydropic Hotel'de bulundu.  Otele Archie'nin sevgilisinin soyadıyla, ''Capetown'lı Bayan Teresa Neele'' olarak kayıt yaptırmıştı. Polis ve basın Archie Christie'yi getirdi ama Agatha onu önce kardeşi sandı. Kocası daha sonra onun tamamen hafızasını kaybettiğini ve kim olduğunu bilmediğini söyledi.



Kayıp olayı filmlere ve romanlara konu olmuştur. Agatha Christie bu esrarı otobiyografisinde de çözüme kavuşturmadığı için, öldüğünde bulmaca cevapsız kalmıştır.

(Buradan sonraki cümleler o bilindik Pera Palas sırrını anlatıyor ama herkes gibi Sevin Hanım burada bir yanlışlık yapmıştır. İleriki paragraflarda doğrusuna değineceğim.Şimdi Pera Palas'ı meşhur eden şu olaya bakalım.)

İşte bundan sonra ortaya meşhur Pera Palas Oteli meselesi çıktı. Murder on the Oirent Express'i orada yazmıştı ama İstanbul Harrogate'ten binlerce km uzaktaydı. Hollywood işe dahil olunca bu mesafe önemini kaybetti. Warner Bros esrarı çözmek üzere Hollywood medyumu Tara Rand ile anlaştı. Rand'a göre öteki dünyadan ''Kayboluşumun anahtarı Pera Palas'ta'' diye bir cevap gelmiş. Medyum, yazarı 411 numaralı odanın döşeme tahtaları altına bir anahtar saklarken gördüğünü de eklemiş. Kameralar, muhabirler dünyanın dört bucağından İstanbul'a akın etti. 7 Mart 1979'da 411 numaralı odaya doluştular. Tara Rand ile telefonda bağlantı kuruldu.Sonunda sekiz cm boyunda eski ve paslı bir anahtar bulundu. Pera Palas'da  durumdan memnundu ve otel müdürü anahtara el koydu. Warner Bros'a iki milyon dolara satacağını söyledi. Hayalet yazarımız ise iddialara göre ''Ancak anahtar Rand'de olunca esrar çözülür'' diyordu. Rand İstanbul'a geldi. New York Times haber hakkı için 75 bin dolar teklif etti. Ve tam ABD medyası bu büyük esrarın çözülmesini beklerken Pera Palas personeli greve gitti. Grev bir yıl sürdü. Warner Bros'da Pera Palas kısmını eklemeden, yaptığı filmi 1979 da gösterime soktu. Meşhur anahtarın bir İstanbul bankasının kasasında olduğu söylenir. 1986'da, 411'in tam üstündeki odada ikinci bir anahtar bulundu. ''Doğrusu Hercule Parriot bile bu bulmacayı çözmekte zorlanırdı.'' diyerek cümlelerini bitirmiş yazar.

Peki gerçekten Pera Palas olayı 1979 da yaşandı mı? Dünyanın dört bir yanından muhabirler ve basın bu esrar için gelirken Türk basını neden sessiz kaldı?
Sevin Hanım araştırmasını eksik yapmış olacak ki aslında Agatha'nın Pera Palas değil başka bir otelde kaldığını fark edememiş. 
Buradan sonrasını gazeteci Bahadır Özgür'ün kaleminden okuyoruz.

''Pera Palas Oteli, İngiliz polisiye yazarı Agatha Christie’nin adıyla adeta özdeşleşti. Otel, tanıtımlarında yıllardır onun adını kullanır. Bu imaja uygun olarak önceki gün de Christie’nin kaldığı söylenen 411 numaralı odanın karşısındaki 410 numara da, Türkiyeli polisiye yazarı Ahmet Ümit’e verildi. Ümit’in yeni romanını bu odada hazırlayacağı açıklandı. Ne var ki, ortada pek de dillendirilmeyen bir muamma var: Christie, gerçekten Pera Palas’ta kaldı mı? 

Sherlock Holmes: Evet kaldı
Madem polisiyeden bahsediyoruz, bu soruyu tam da konuya uygun bir yöntemle çözmeye çalışalım. Ve 411 numaranın esrarının izini sürmeyi iki ünlü dedektife, Sherlock Holmes ile Hercule Poirot’ya bırakalım... Pera Palas yetkilileri olaya, Conan Doyle’un kahramanı Holmes gibi yaklaşır. Holmes için önemli olan anlatılan hikâyeden ziyade bulunan kanıttır. Otel de önümüze türlü türlü kanıtlar sürüyor. Gerçekten de rezervasyon defterinde, Şark Ekspresi’nin konuk listesinde ve o dönem hem tren yolunu hem oteli işleten Cook şirketinin kayıtlarında Christie’nin imzası vardır. Hatta 1979’da Christie’nin kayıp 11 gününü filme almak isteyen Warner Brothers Şirketi’nin tuttuğu bir medyum, Christie’nin bu 11 günlük kayıp dönemine ışık tutacak bir anahtarın, Pera Palas’taki odada bulunduğunu iddia eder. O dönem otelin Yönetim Kurulu Başkanı olan Hasan Süzer de odada bir anahtar bulunduğunu açıklar. Pera Palas, 2010’da topladığı tüm bu kanıtların eşliğinde Christie’nin 120. doğum gününü yazarın akrabalarının da davetli olduğu bir partiyle kutlar. Ama bu meşum esrara Christie’nin ünlü dedektifi Poirot’nun açısından yaklaşınca sonuç bambaşka çıkıyor. Holmes’ün aksine Poirot, güçlü sezgilerine ve zekâsına güvenir. Nobran dedektifimiz için kanıt bir şey ifade etmez. Sanki Holmes’e bir gönderme yapar gibi, “Ben köpek miyim ki, yerde kanıt arayayım” der. O hikâyeye bakar, boşlukları keşfeder, parçaları birleştirir... 

Şark Ekspresi’ndeki rivayet
Poirot olsaydı eğer, öncelikle bu muammanın nereden çıktığıyla işe başlardı. Christie’nin en ünlü romanı Şark Ekspresi’nde Cinayet’i 411 numaralı odada yazmaya başladığına dair üzun süredir bir rivayet dolanır durur. İnternetteki basit bir tarama sonucunda en ciddi yazılardan en basit Wikipedia maddesine kadar her yerde bu malumatın kesin bir bilgi olarak kullanıldığına rastlamak mümkün. Üstelik gerçek açık bir şekilde gözünün önünde durmasına rağmen... Şark Ekspresi’nde Cinayet, İstanbul ’da başlar. 1930’lu yıllarda Şam’da görevini başarı ile tamamlayan Poirot, Toros Ekspresi ile İstanbul’a gelir. Haydarpaşa Garı’nda iner, vapurla Sirkeci’ye geçer, Galata Köprüsü’nden doğruca Pera Palas’a değil, Tokatlıyan Oteli’ne gider. Kitabın orijinalinde bu bölümünün adı da zaten Tokatlıyan Oteli’dir. Böylece Poirot, rivayetin ilk kaynağına ulaşır. Sıra asıl kahramanın ağzından gerçek hikâyeyi dinlemeye gelir. O da bizzat Christie’nin kendisidir. Bunun için de pek fazla çabaya gerek yok aslında. Zira, Christie; 2009’da Türkiye ’de Altın Kitaplar Yayınları’nın, Azize Bergin’in çevirisi ile yayımladığı ‘Hayatım’ adlı otobiyografisinde İstanbul macerasını detaylarıyla paylaşır. Biyografiye bakılırsa Christie, Şark Ekspresi ile 1926’da İstanbul’a gelir. Trende genç bir Hollandalı mühendisle tanışır. Mühendis, sık sık İstanbul’a seyahat etmesinden dolayı kenti iyi bildiğinden bahseder. Christie, genç mühendisten etkilenmiştir. Bu tanışıklığı şöyle aktarır: “Hollandalı mühendis benim İstanbul’da nerede kalacağımı öğrenmek istedi ve benimle ciddi ciddi ilgilendi. Kentteki tehlikelere karşı beni uyardı. Adam, ‘Dikkatli olmalısınız. İnsanların size söylediklerine inanmamalısınız. Nereye götürüldüğünüzü bilmeden çeşitli eğlence yerlerine gitmekten de sakınmalısınız’ dedi. Adam beni tehlikelerden korumak için İstanbul’a vardığımız zaman yemeğe davet etti. ‘Tokatlıyan Oteli çok iyi bir oteldir. Orada güvende olacaksınız. Ben sizi saat dokuza doğru arayacağım ve güzel ve iyi bir lokantaya götüreceğim’ dedi. Ertesi gün mühendis söylediği saatte beni aradı ve İstanbul’un bazı görülmeye değer yerlerini gezdirdi. Güzel bir akşam geçirdikten sonra mühendis beni tekrar Tokatlıyan Oteli’ne getirdi. Mühendis kapının eşiğinde , ‘Acaba’ dedi. Soran gözlerle bana baktı. ‘Acaba şimdi.’ Sorunun niteliği daha da belirginleşmişti. Sonra adam içini çekti. ‘Hayır bu soruyu sormamak daha akıllıca olur’ dedi.” (sf. 444-445)

Poirot: Hayır kalmadı
Otobiyografisinde Christie, mühendis ile geçirdikleri iki günü ayrıntılarıyla anlatır. Hatta mühendisin Şark Ekspresi ile Pera Palas’ın seyahat acentesi olan Cook şirketi konusunda kendisini uyardığını, bu şirketin yetkililerinin ayarladıkları rehberlerin pek de götürdükleri yerlerin de güvenilir olmadıklarından bahsettiğini yazar. Muhtemelen Christie de etkilendiği mühendisin öğütlerini dinlemiş ve şirketin ayarladığı otel yerine onun tavsiye ettiği Tokatlıyan’da kalmıştır. Nitekim Christie, ertesi günü Cook şirketinin kendisini aradığını ve doğrudan Haydarpaşa Garı’na gittiğini söyler. Kitabında Haydarpaşa’yı, yolları, insanları bütün detaylarıyla tarif eder lakin, Pera Palas’tan yine tek kelime bahsetmez.
İşin doğrusu Christie için Cook şirketi Pera Palas’ta 411 numaralı odayı ayırtmış, yazarın neleri istediğini yönetime bildirmiştir. Yazar ise küçük bir kaçamak yapıp kimseye haber vermeden Tokatlıyan’da vaktini geçirmiştir. Dolayısıyla Holmes’ün bulguları resmi olarak polisiyenin kraliçesinin Pera Palas’ta kaldığını gösterse de yazarın kendi kayıtları 411 numaralı odaya adımını dahi atmadığına işaret ediyor. Polisiye meraklılarına da hangi dedektifi daha çok seviyorlarsa onun hikâyesine inanmak kalıyor. Zaten polisiyenin heyecanı da bu değil mi?

TOKATLIYAN OTELİ

Tokatlıyan Oteli, Üç Horan Ermeni Vakfı’nca 1884’te yapılan ve 1892’de yanan tiyatro binasının yerine Mıgırdıç Tokatlıyan Efendi tarafından inşa edildi. Lokantasıyla ünlü bu otel Pera Palas ile sıkı bir rekabet içindeydi. Daha sonra Türk bir yatırımcı oteli satın aldı ve adını Konak olarak değiştirdi. 1954’teki yangınla da yok olup gitti. İstiklal Caddesi’ndeki bina harabe bir iş hanı olarak kullanılıyor. Troçki’ye kadar pek çok ünlü ismin de bu otelde kaldığı biliniyor.

PERA PALAS

Orient Express, 1888 yılında Paris-İstanbul seferlerine başladığında, İstanbul’da Orient Express yolcularının alışkın oldukları yüksek standartları sunabilecek bir otel yoktu. Bu boşluğu, kısa süre sonra kuruluş çalışmalarına 1892 yılında başlanan, 1895’te ise açılış balosu yapılan Pera Palace Hotel doldurdu. Levanten mimar Alexandre Vallaury’nin tasarladığı otel, Haliç’in manzarasına hâkim Pera’nın Tepebaşı bölgesindedir ve halen faaliyetini sürdürüyor.''

Böylelikle Agatha Christie'nin Pera Palas sırrı da açığa kavuşmuş oluyor. TRT'nin veya gazetelerin 1979 arşivlerinde Pera Palas'ta yaşanan anahtar bulma hadisesinin yer almaması olayın PR çalışmasından başka bir şey olmadığının bir kanıtıdır bence.



                                                                                       乇.乃 




4/25/2018

RENKLİ TİRTİL RÖPORTAJI

Merak ettiğimiz dizi ve filmleri izlemeden önce en çok onun bloguna başvuruyoruz. Onun yorumlarını okumadan izlemediğim yapımlar neredeyse yok. Çok sevdiğim blogger arkadaşım @renklitirtil ile röportaj yaptım. Hakkında merak edilen her şeyi sormaya gayret gösterdim. Bir dizi talihsiz olaylar sonucu ilk röportajımız kaybolsa da ikinciyi kaybetmeden bloga girdiğim için kendimi tebrik ediyorum.

Keyifli okumalar...

İlk röportajın kaybolma vakasından sonraki ilk sorumu sorayım. 
Blog yazmaya ne zaman ve niçin karar verdin?

-Öncelikle merhaba. Benimle  röportaj yapmak istediğin için teşekkür ederim.
Blogumu  26 Aralık 2012 günü açtım.  Kendimi anlatmaya ihtiyacım vardı.  Bu yüzden blog açmak istedim.

İlk blog postunu gireli 6 yıl olmuş. Bu 6 yılda geliştiğini düşünüyor musun?
-Şu an için tam değil hala  pişmem gerekli. 6 yılda geçse yolun başında  sayılırım her konuda çok fazla eksiğim  var.
 Umarım zamanla  istediğim gibi bir blogger olabilirim.

Geçen yıla nazaran blog üyelerinde müthiş bir artış var. Bunu neye bağlıyorsun?
-Gerçekten mi? Açıkçası böyle bir artışın olduğunu sen  yazmasaydın fark etmemiştim.
Bence yok çok yavaş gidiyor hatta  benimle aynı yıllarda blog açan insanlara göre çok gerideyim. 
Fakat hiç takipçi kaygım olmadı. Sadece bir gün görüntülenme sayımın düşmesinden korkuyorum.
Blogumun takip edilmesinden çok  yazılarımın sevilmesini ve okunmasını istiyorum. 
Yazdığım yazılara yorum geldiği zaman çok mutlu oluyorum ve yorum yapan kişiye karşı minnet duyuyorum.
Yazdığım yazının  okunması çok özel bence.

Aynı türden diğer bloglara göre blogunda Türk dizilerinin tanıtımlarına daha çok yer veriyorsun sebebi var mı?
-İlk yazmaya başladığım zamanlar  herkes  başka ülkelerin dizilerini ve filmlerini yazıyordu.
Özellikle Asya kısmında  bir diziyi bir çok blog aynı anda yazdığı için tüm akışım aynı dizi ama farklı bloglar olarak görülüyordu. Ekstra olarak aynı diziyi benim yazmam kendime, takipçilerime hiç bir şey kazandırmazdı. Sadece bir tık fazla alırdım, o kadar ama.

Türk dizileri her yıl biraz daha gelişip güzelleşirken neden kimse yazmaz diye düşündüm ve farklı bir şeyler yazmak istedim. En azından başkalarının akışında farklı bir şey olsun istedim.
Şu an bu konuda  yazan bir çok blog var ve seviniyorum.  Bu konuda bile önce ülkemiz olduğunu düşündüğüm için  blogunda özgün bir şekilde  yazan tüm blogları destekliyorum.
Belki Asya dizileri kadar görüntülenme almaz ama en azından  takipçilerimizin Türk dizilerini keşfetmesini sağlayabiliriz.

Bu kadar dizi tanıtıyorsun ama hepsini izliyor musun?
-Her güne bir dizi izliyorum.  Eğer dizi vazgeçilmez değilse  yeni gelen dizi de güzelse  hızlıca  yeni başlayana dönebiliyorum. 
Evet, her dizinin ilk 4 bölümünü izliyorum ama yazarken ilk bölümüne göre yazıyorum. Türk dizileri  uzun olduğu için   ilk bölümden yazmak çok kolay oluyor.
Çünkü hangi karakterin ne olduğu  ya da dizinin tutup tutmayacağı  daha ilk bölümden belli oluyor.

Şu an çok sıkı izlediğin dizi veya diziler var mı? Varsa hangileri?
-Var tabii ki, Çukur, Ufak Tefek Cinayetler,  Sen Anlat Karadeniz,  Vatanım Sensin, Aşk ve Mavi, Tehlikeli Karım var şu an. 

Diziler belli bir bölümden sonra klişeye bağlanıyor  Benim merak edip izlediğim bir dizi vardı.
İsmi lazım değil kısaltılmışı S.B.A Son 5 bölüm belki daha fazladır klişeye bağladı. Artık izlemeye gerek duymuyorum
En azından temelde  nasıl devam edecek biliyorum.

-Bazı diziler öyle evet ama bazıları klişeye  bağlasa bile izletiyor  kendini, mesela Aşk ve Mavi.

Son yıllarda reyting alamayan dizilere yapılan bir uygulama var. Bu uygulama eskiden yoktu. Eğer diziler birkaç bölüm belli bir reyting bandını aşamazsa final bile yaptırılmadan pat diye yayından kaldırılıyor. Bu diziler reyting yapamasa da belli bir kitlesi oluyor ve o kitleye yapılan saygısızlık olarak görüyorum bunu. Senin fikrini merak ediyorum.

Yeni sistemin kapitalizm çizgisinden gittiğini  düşünüyorum. Eskiden oyunculara, set ekibine, anlatılan hikayeye saygı duyulurdu şimdi ise bunun tam tersi para ön   planda. Bunun dışarıya dizi satma ile başladığını düşünüyorum.
Reytingleri, hikayesi ve oyuncuların oyunculukları kötü  olsa bile  dışarıya  iyi satıldığı için sezonlar suren diziler biliyorum. Şu an bile öyle diziler mevcut. Bu yüzden dizinin iyi olması pat diye yayından kaldırılması  hiçbir şey ifade etmiyor.  İzleyici de o kadar alıştı ki  yeni dizi gelir  düşüncesi ile  bu durumu hemen kabullenip  normal görüyor.  Bu sistemde bir yanlışlık var ama nasıl düzeltilir bilmiyorum.

Sevdiğin ve sevmediğin blog türleri var mı ?
-Özgün olan tüm blogları seviyorum. Sevmediğim elbette ki hırsız bloglar.
Bir blogu takip ederken tür seçmiyorum. Güzel yazıyorsa  her alanda blogu okur ve takip ederim.

Çoğu blogger arkadaşları tanıyalı uzun zaman oldu seni de öyle tabi.
Ve bu zaman içinde hayatı değişen hayallerine kavuşan ya da hayatı bambaşka yönlere akan arkadaşlarımız oldu.
Birbirimizin hayatlarının pozitif ya da negatif değişimine, gelişimine şahit olmak ortak olup paylaşmak bence çok güzel. Sence?
-Bence çok güzel bir duygu. Birbirimizi hiç görmesek de, birbirimizin üzüntülerini, sevinçlerini paylaşmak birkaç bloggerla aramda   bir bağ oluşturdu. 
Umarım bu bağ  oluşturduğum bloggerlarla hiç kopmam.

Bloggerların ve Vine fenomenlerinin hadi onlar neyse de, ünlülerin Instagram, You Tube kanalı
derken her türlü para kazanacak mecrada, saçma sapan videolarla, sürekli karşımıza çıkmalarına ne dersin?
-Ben buna  katılmıyorum saçma bile olsa üretiyorsa kişi ve hakkıyla  emek vererek yapıyorsa, yapsın kazansın. 
Her youtuberın bir izleyicisi bir kitlesi var bana  saçma gelen  başkasına  güzel gelebiliyor.
Tabii ki olayı  aşırıya kaçıranları   sırf fazla izlenmek   için  insanları  rahatsız edenleri, kendine ve başkalarına  zarar verecek şeyler yapanları tasvip etmiyorum.
Ben aslında sosyal medyada (twitter, facebook, instagram) saçmalayan fenomenlerin çoğunu sevmiyorum  ve  yine sosyal medyada   sayfalarını büyütmek için bilinçsiz  paylaşım yapanları.
Mesela geçenlerde instagramda  bir sayfaya  artık dayanamadım ve engellemek yerine  engellesinler diye  hakaret ettim. 
Sayfa keşfetimde çıkıyordu,  yorum almak için paylaşımlarının üzerine  acayip şeyler yazıyorlardı.  Artık  o kadar sinir oldum ki  biraz hakaret ederek yorum  yaptım.
Sonuç olarak engellendim  ve mutlu oldum.  Herhalde engellendiğim için  mutlu olduğum tek olaydır. Yaptığım doğru muydu? Kesinlikle  hayır.

Biraz da Renkli Tırtıl deyince akla ilk gelen kişilerden yani SUJU beylerden bahsetmek istiyorum.
Sen usta  bir ELF sin. Kaç sene oldu?
-Super Junior grubunu 2010 yılının sonlarına doğru tanıdım ve hemen hayranları oldum.

Son zamanlarda grup üyelerinin yaşadıkları, askerlikleri SM'nin yeni grupları vs. Suju bitti izlenimi verdi ya da sanki öyle bir algı oluşturuldu .
İlk saldıranlar da netizenlerdi. Sence Suju bitti mi?
-Kesinlikle bitmedi.  Dünya çapında hala hayranları çok fazla ve   ülkesinde  şovların hala  vazgeçilmezi.
Sadece son dönemler biraz  talihsizlikler oldu. Fakat atlatılmayacak şeyler değil. 
Önümüzdeki zamanlarda bu durum düzelecektir. ''Super Junior The Last Man Standing!''

Grupta sürekli alkol almasıyla gündeme gelen  bir üye vardı. Gruba zarar verdiği düşüncesinde çoğu hayran.
 Sence de Kangin'in verdiği zarar grubun sonunu getirmek kadar büyük olur mu?
-Bu çok  hassas bir nokta   ELFler için. İlk duyduğumda bende çok kızgındım ama geçtiğimiz aylarda çok  iyi bir idol intihar etti.
Bu yüzden  tekrar düşündüm ve onu  affettim.   Son  olayı için   bir şey  yazamıyorum, zaman ne gösterir bilmiyorum.
Fakat  zaten  Kore'de Super Junior çıkış yaptı yapalı  bir kesim tarafından nefret alıyor.
Bunun yanında Koreli ELFler ben  kendimi bildim bileli  garip  bir topluluk. 
Bu yüzden  zaten eğer bir son varsa o bir şekilde  vuku bulur bu Kangin, Sungmin ya da Siwon'a kalmaz.
Önemli olan benim ne düşündüğüm.  Bir gün grup bitse tüm üyeler ayrılsa bile ben aynı şekilde sevmeye devam edeceğim.

Sadıksın.
-Evet
( Yeri gelmişken şunu söyleyim, Sungmin evlendi diye hem kendine hem eşine saldıran fanları buradan kınım kınım kınıyorum. Kokmuşlar. )

Suju'nun comebacki hakkında neler  söylemek istersin?
-Müthiş bir comeback oldu.  Son klipleri çok  güzel izlemediysen  izlemelisin... Leslie Grace ile  farklı bir tarzda bir iş birliği yaptılar ve  izleyicilerin  geri dönüşleri çok hoş oldu.
ELF bile olmayan insanların beğenmesi, taktir etmesi çok  güzel. Bu durum beni çok sevindiriyor.  :D

Seni ilk tanıdığımda bana çok gizemli ve soğuk geliyordun. Sanki blogger dünyasında her şeye herkese karşı gibiydin.
Ama zamanla kişisine göre öyle davrandığını anladım.
Gerçekten böyle misin?
-Herkes böyle sanıyor bu sadece blogger dünyası değil gerçek yaşamımda da böyle.
 Aslında blogumda kendim gibi olacaktım,  içimdeki beni gösterecektim o amaçla açmıştım ama  olmadı yapamadım.
 Artık kişiliğim, duruşum olmuş diye düşünüp kendimi böyle kabul ediyorum. 
İlk 2 yıl sadece 1 adet blog takip ettim. Neden böyle bir şey yaptığımı  şimdi düşündüğümde bilemiyorum ama güven problemim olmuş olabilir.
Fakat bir gün Kore Günlüklerim Blogu karşıma çıktı. Hatırlamıyorum ama galiba ilk adımı o attı.
Onun sayesinde kabuğumu kırdım.  Hatta onun sayesinde başka bloglarla  blogum harici etkileşime geçtim. 
Bu konuda kendisine çok minnet duyuyorum. Aslında o da benim gibi  soğuk ama  tanışınca bal gibi biri.  Belki bana benzediği için  kabuğumu kırabilmiştir.

İyi ki kırmışsın o kabuğu. Sawako ayrıca efsanedir de. Geri dönüp ortalığın tozunu attırmasını dört gözle bekliyorum.
-İnşallah döner bende çok özledim. Son aylarda çok yoğun. Özel olarak da görüşemiyoruz kendisiyle.

O mutlu olsun da gerisi mühim değil. Elbet bir gün döner.
Son olarak gerçekten cevabını merak ettiğim bir soru var.
Senin ilerde seveceğin, evleneceğin kişi sakin  alttan alan hatta hanımcılıkta zirve yapacak birisi olmalı gibi geliyor bana.
Çünkü, sende böyle bir oğlak, bir koç havası var. Lider ruhlusun, soğuk bir duruşun var.
Yanlış mı düşünüyorum?

Başak burcuyum detaycı bir insanım  bu   da belki lider havası  uyandırmıştır sende ama tamamen detayları görmem ve düzenli şekilde program yapmamdan kaynaklı bir durum.
Bir şeyi iyi programlarım ama  liderlik vasfı çok çok başka bir şey. 
Ben  evleneceğim kişiye soğuk olmam anaç yönüm çok fazla. Farklı  bir yaklaşımım olur diye düşünüyorum.
Daha doğrusu poh pohlanmaktan kilo alırken, şımarma  ihtimali de yüksek olur.  (o.O)
Bir tabir vardır höt höt diye ben öyle biri değilim. Güzel tartışırım ama bunu yapacaksın demem karşımdakine.

Eh analizim pek tutmamış. Teşekkür ederim bana vakit ayırdığın için. :)
-Ben teşekkür ederim benimle bu güzel röportajı yaptığın için çok eğlenceli bir röportaj oldu. :)


NOT: Şu blog aleminde blog yazıları en çok çalınan bloggerlerdan biri de @renklitirtil. Eğer blogundan başka yerde yazılarını görürseniz, o blogu Google ye şikayet ediniz ve kendisine bildiriniz.




4/12/2018

BLOGGER DERNEĞİ LOGOSU

Blogger Derneği, bloggerların haklarını korumak için açtığımız bir grup. Aslında gerçek bir dernek olsun istemiştim ama maalesef olmadı. Yine de ileriye dönük, hedef olarak bir köşede kalsın. Bakalım zaman ne gösterir.

Grubumuza, bir logo ve banner çalışması yapması için üyelerden yardım istemiştim. Bir grup üyemiz logoyu yapmaya gönüllü olmuştu.

Blogger derneğine şöyle bir logo tasarladı.







Tasarımın düzeltilecek, değiştirilecek yerlerine beraber karar verdik. Bu aşamada gecenin bir vaktinde, aramızda geçen konuşmayı sizinle de paylaşmak istiyorum. Arkadaşımız o kadar işinin arasında gece gece logo için uğraşırken bir de benim uykusuz, saçmalaşmış fosil halimi çekmişti.

Aslında her şey gayet aklı başında başlamıştı.



Bildiğimiz kalp tabi, organ olan :D



Beynimin ardına bakmadan koştuğu dakikalar :D






Her ne kadar soğuk yer gözümü açsa da aslında ayılamamıştım :D





İyi ki kimse görmedi dedim :D





Sonraki günler tekrar tekrar okuyup, kendime gülmek için saklamıştım. Google ile haklarımız hususunda mücadelemiz devam edecek. Desteğe devam... 

NOT: Görsellerin boyutunu kendi okuyabileceğim şekilde büyüttüğüm için böyle farklılık oluştu.

ACAYİP ÖNEMLİ NOT: DERNEK LOGOSUNDA DEĞİŞİKLİĞE GİTMEYE KARAR VERDİM. YARDIMCI OLABİLECEKLER VARSA BİZE ULAŞABİLİRLER.