Tam 12 yıl önce, profesyonel yazarlığa adım attığım, “İade-i İtibarname: İskilipli Mehmet Atıf Hoca” adlı yazım yayımlanmış, hiç beklemediğim bir şekilde reaksiyon almıştı.
Yazıyı yazarken bir şekilde sesimi duyuracağımı biliyordum, çünkü o meşhur edebiyat sitesinde Ankara’nın çok önemli ismlerinin, müstear isimlerle yazıları ve şiirleri yayımlanıyordu. Fakat, on binlerce okunup, meselenin istediğimden daha iyi bir şekilde sonuçlanacağı aklımın ucundan bile geçmemişti. Öyle ki dönemin il kültür müdürlüklerinden tebrikler almıştık. Konu ile ilgili araştırmalar yapılacağına dair mesajlar yazılmıştı.
Ben yazıyı Temmuz 2011’de yazmıştım. İskilipli Atıf Hoca’ya ise meclis tarafından, iade-i itibarı Şubat 2012 de verildi. Akabinde ise anıt mezar yapıldı. Belki tamamen ben vesile olmadım fakat bir alime haksızca atılan iftiranın temizlenmesinde ve halk nezdinde kaybolan itibarının geri verilmesinde ilk meşaleyi ben yaktım. Bu yüzden gururluyum.
Şimdi düşünüyorum da Allah bana babamın duası, isteği ve vasiyeti doğrultusunda ilim nasip etti ise belki de bu meşaleyi yaktığım için bir şeyler nasip etmiştir. Bu yüzden öğrencilerime her zaman şunu derim; sizi hayatta tutacak imani bir hedefiniz olsun. Bu dünyaya, maddenin kölesi olmaya gelmedik. Bir amacımız var. Elest bezminde bela derken verdiğimiz bir söz var. Hedefimiz olmalı ki Allah katında zerre kıymeti olmayan bu dünyanın materyalist sisteminde yitip gitmeyelim.
Aşağıya ‘Semender’ mahlası ile yazdığım, şu an editör gözüyle bakınca amatör bulduğum ama usta kalemlerin olduğu bir edebiyat sitesinde, editörsüz ilk yazısı olan henüz 20 yaşında bir yazara ait olduğunu düşününce son derece normal karşıladığım yazımı bırakıyorum.
Vefatının sene-i devriyesinde hocamızı rahmetle anıyorum. Eğer yolunuz, Çorum/İskilip’e düşerse Atıf Hoca’nın kabrine uğrayıp, benden de selam iletin.
Not: Konu ile ilgili olarak, Kelebekler Sonsuza Uçar filmini izlemenizi tavsiye ederim.
…………………………………………………..
İADE-İ İTİBARNAME: İSKİLİPLİ ATIF EFENDİ
Hakka ve insanlığa adanmış bir gönül.
İlmek-ilmek acı imtihanlarla dokunmuş bir hayat:
İskilipli Mehmet Atıf Efendi…
Hakkındaki hapis ve sürgün kararları nedeniyle yerleşik düzeni olmadı belki de.
Bir sürgün biterken diğeri başlamaktaydı.
Bunca sıkıntıya rağmen yılmadan, yıkılmadan mücadelesini vermeye devam ediyordu.
Yazdığı bir risale, O’na açılan son davanın sözde sebebiydi.
Bu kez ne hapis ne de sürgündü bedeli.
Suçsuzluğu kanıtlanmasına rağmen çoktan kalemi kırılmıştı zalimler divanında.
Olayı ilginç kılan hususlar, birçoğumuzu üzmüş, düşündürmüş ve halen çözümlenmeyi bekleyen soru işaretleri bırakmıştır dimağımızda.
Her şey şöyle başlamıştı!
Tarih 12 Temmuz 1924
Cumhuriyeti vyeni ilan etmiş bir ülkenin en karanlık döneminde, Frenk Mukallitliği ve Şapka isminde bir risale kaleme alınır Atıf Hoca tarafından.
Batılılaşma çabalarına şeran karşılık verdiği risalesinde, kâfirlere benzemeye çalışmanın, onlar gibi davranmanın haram oluşundan bahseder.
Kendisini eleştiren Süleyman Nazif’e verdiği: “Risalede şapkaya dair olan bahisleri Fetava-i Hindiyye, Kadıhan, Bezzaziye, Muhit-i Burhani gibi muteber fıkıh (hukuk) kitaplarından ahz ile (almakla) tercüme ettim. Meselenin ruhuna kendiliğinden bir şey ilave etmedim.” cevabı ise, eserin kıymetini açıkça ortaya koymaktadır.
Risale için, dönemin Maarif Vekâleti’nden izin verilmiş; hatta Atıf Hoca bu çalışmasından dolayı takdir edilmiştir.
Şapka Kanunu’nun 1 Kasım 1925’te yürürlüğe girmesi ile birlikte, aynı sistemin yargısı Mehmet Atıf Hoca’yı tutuklar.
Sebep; kanun çıkmadan bir buçuk yıl evvel yazmış olduğu Frenk Mukallitliği ve Şapka isimli eseridir.
Adaletsiz adaletin önünde!
O dönem, şapka kanununa muhalefet edenleri yargılamak için İstiklal Mahkemeleri kurulur.
Bu mahkemelerin en meşhurlarından biri, Ankara İstiklal Mahkemesiydi.
Üstat Necip Fazıl’ın ifadesiyle: “İstiklal Mahkemeleri, mahkemeden başka her şeydir. Riayet ettikleri bir hukuk sistemi yoktur. Mahkeme üyeleri hukuk adamları değildi. Hukuk tahsili ve ihtisası yapmamışlar. Mahkeme reisinden üyelerine, umumiyetle katildir, cani ve cahil kimselerdir. Meşhur Ankara İstiklal Mahkemesi reisi Kel Ali, Halit Paşa’yı meclis koridorunda vuran katildir. Tuhaftır ki o cinayet esnasında, destekçisi olarak yanında Kılıç Ali de vardı.”
Atıf Hoca hapiste zor günler geçirirken mahkeme günü gelip çatmıştır.
Muhakemesi esnasında kendisine yöneltilen tüm soruları, içtenlikle ve bir-bir cevaplamaktadır.
Yetkisiz hâkimlerin onca köşeye sıkıştırma çabalarına karşın, O, imanî kuvvetle hiç zorlanmamış; aksine, verdiği cevaplarla karşısındakileri çıkmaza girdirmiştir.
Mahkeme esnasında Atıf Hoca’yı köşeye sıkıştırmak amacıyla Kel Ali’nin: “Hoca! Şapka da bezdir, şu başındaki sarık da. Onu çıkarıp şapka taksan ne olur?” sorusuna Hoca efendi’nin verdiği cevap oldukça düşündürücüdür: “Reis Bey! Arkanızdaki bayrak da bezdir, İngiliz bayrağı da. Onu çıkarıp İngiliz bayrağını assanız ne olur!”
Yazar Şevket Süreyya Aydemir, yargılama sırasında yaşanan zulmü "Suyu Arayan Adam" eserinde irkilerek anlatır:
"Hükümlüler arasında sarıklı bir müderris göze çarpıyordu. Müderrisin başında fes ve sarık vardı. Cübbesi ve kıyafeti temizdi. Suçu, o sıralar yayınlanan şapka kanununa muhalefet etmekti. Fakat bu suç, bir takım ithamlarla da karışınca mahkemeden en ağır hükmü yemişti. Artık son saatlerini yaşıyordu. Hocanın yüzü sakindi. Metanetini muhafaza ediyordu. Yalnız dudakları kımıldıyor ve galiba bir dua okuyordu. Fakat eskiden kalpaklı ve şimdi hasır şapkalı zat bu hükmüyle de kanmamış gibiydi. Bağırıyor, çağırıyordu. Acaba Hocayı bir tekmeyle merdivenlerden aşağıya yuvarlayacak mı diye bekledim. Fakat olmadı. Müderris bu sözler üzerine kendisine değilmiş gibi bekledi. Sonra öfke sağanağı geçince yürüdü. Muhafızların arasında merdivenlerden indi. Önümüzden geçerken yine dudakları kımıldıyordu."
Bir kutlu rüya: Şahadet
Son duruşmaya kısa bir süre kala Mehmet Atıf Hoca koğuşunda savunmasını hazırlamakla meşgulken, bir ara yaslandığı ranzasında istemsizce uyuklar ve o kutlu rüyayı görür.
Rüyasında Fahri Kâinat Efendimizin: “Yanımıza gelmek dururken ey Atıf, neden savunma karalayıp durursun!”müjdesine nail olur.
O an uyanır ve bu kutlu rüyayı, koğuş arkadaşına anlatıp elindeki savunmasını yırtar.
Bu rüyanın tecellisi olsa gerek, son duruşmada kendisine idam cezası verilmiştir.
Atıf Hoca, ağır havası içinde, kasvet dolu salonu terk ederken ağzından: "Bu zalimlerle Mahkeme-i Kübra'da hesaplaşacağım!" cümleleri dökülmektedir.
Ve 4 Şubat 1926’da, bir Perşembe şafağında, şahadet şerbetini yudumlayacaktır son devrin din mazlumu.
Aynı cezaevinde yatan Hasan Tahmilci gördüklerini şöyle anlatmaktadır:
"Mahkeme bitmiş, kararlar verilmiş ve her şey belli olmuştur. Ulucanlar cezaevinin hücrelerine çekilen hükümlüler, infaz anını bekliyorlar. İdam sırası gelenlerin çoğu kapıyı şaşırır, bacakları titrer, yürümekte güçlük çekermiş. Sıra kendisine geldiğinde bir görevli "İskilipli Mehmet Atıf" diye bağırdığında Hoca yerinden metin ve mütevekkil kalktı. Ağır adımlarla, vakar içinde dualar mırıldanarak sehpaya doğru yürüyüp gitti..."
O zamanlar âlem-i ibret olsun diye, meclis önünde astıkları insanları defnetmeyip günlerce beklettikleri olurmuş, kanlı sehpalarda. Bu da yetmezmiş gibi, bazı sokakların başında darağaçlarında asılı ulu canlar bırakırlarmış. Yine halkın, bu yüzden dışarı çıkmaya korktuğunu, o günlerin Ankara’sını yaşamış ve yazmışlarından öğreniyoruz.
Bugün belki de Atıf Hocamızın ve birçok masumun asıldığı Ankara Ulus’taki eski meclisin önünden sıkça geçiyoruz. Bazen hüzünlenirken bazen de ürpertiyle karışık bir öfke kaplıyor yüreğimizi. Kinimiz bileğleniyor…
Atıf Hocamızın kabri, 73 yıl boyunca Ankara’da kimsesizler mezarlığındaydı. Daha sonra yakınları tarafından, İskilip’teki köyüne taşındı. Fakat ne yazıktır ki bugün hocamızın kabri, bakımsız bir haldedir.
İTO başkanı, Çorum’a yaptığı bir gezi sırasında, hocamızın kabrini de ziyaret eder. Bakımsız halini görünce üzülür ve mühendislere bir türbe projesi hazırlatır. Ama bu proje halen hayata geçirilmeyi beklemektedir.
Gün, iade-i itibar günüdür efendiler.
İskilipli Mehmet Atıf Efendi, kendi gıyabında, son devrin din mazlumlarına uygulanan ve alnımızda halen bir kara leke olarak duran bütün kıyımların özrünü beklemekte bizden.
28.07.2011
SEMENDER
Atıf Hoca Efendinin bu risalesini ben de okumuştum. Normal bir din kitabıydı bizim açımızdan. Ama birilerine göre her şey suçtu zaten. Hz. Allah rahmet eylesin.
YanıtlaSilBende de var o risale. Gerçekten de neresi zararlı hiç anlamadım.
SilAtatürk, şapka giymediği için insanları astırdı diye bir şehir efsanesine ben de duydum.
YanıtlaSilBırakın Atatürk'ü, bu dünyada kimse, kimseyi şapka giymedi, ceket giymedi, pantolon giymedi diye idam etmez.
Dincilerin her söylediğine hemen inanmam.
Tıpkı günümüz Fethullah Gülen'i nasıl yıllarca hem de uzun yıllar herkesi
"Muhterem bir din adamı, muhterem bir hoca"
olarak kandırdıklarını unutmam çünkü. Yine işgalcilere karşı Mustafa Kemal ve ona inanan vatandaşlar Kuvay-ı Milliye yi yani işgale direnişi başlattıklarında, İngiliz Muhipleri Cemiyeti'ne katılan Osmanlı devlet adamlarını, "İngilizlere, Yunanlılara karşı gelmeyin" diyen dincileri de unutmadım tabii.
Ayrıca her olayın, her söylentinin bir gerçek, bir de yalan olması ihtimali vardır. Bir olayı bir kişinin sözüyle dinlerseniz başka, başka kişinin sözüyle dinlerseniz bambaşka bir gerçekle karşılaşabilirsiniz. Hangisi gerçek? Hangisi yalan? Birinden biri gerçeği söylemiyordur. O yüzden her söylenene hemen inanmam ve araştırırım.
Bunu da araştırdım.
Olayı anlatan iki video var. (YouTube videosu)
Siz kendiniz dilerseniz izleyin.
https://www.youtube.com/watch?v=rvGN9VpXF-U
https://www.youtube.com/watch?v=t2h-BwFAXBo
Dinci Fethullahcı vs bu tür kullanımlar bana çok sığ geliyor kusura bakmayın. Eleştirilecekse sağlam argümanlarla eleştirilmeli. Ayrıca her dönemin eksiği ya da kusurlu bir yanı vardır. İskilipli Atıf hoca adına atılmış bir imza yüzünden vatan haini ilan edildiği zaten ortaya çıktı. Bu konuyu enine boyuna araştırarak yazmıştım. Nasıl ki Selçuklu Osmanlı ve diğer Türk devletlerini hatta geçmişte de iş birliği yaptığımız Arap devletlerini eleştiriyorsam Atatürk döneminde yapılan bazı hamleleri de eleştirebilirim. Ama bu yapılan şeylerin doğru veya yanlış olduğu anlamına gelmez. Şahsi eleştiridir. Tüm ecdada saygım var buna Atatürk de dahil. İskilipli Atıf hoca iadei itibarı hak etmiş biridir. Günümüzde fetöcü olmayan yanlarından geçmeyenler bile nasıl olduysa fetöden tutuklanarak zulüm gördüyse ki bu kraldan çok kralcılık için yapılmış yalaka eylemler gibi gelir bana hep, kılık kıyafet kanunu dönemi için de aynısını düşünüyorum. Evet bir devrim gerekiyordu bu konuda ama demek ki bir takım kalpler de kırılmış. Kabul etmek zor olmasa gerek.
SilŞapka kanunundan sebep bir hanım bile asılmış. Asılmış haliyle fotoğrafı bile var. Bu mübarek insanları defnetmeyip günlerce meydanlarda sallandırdıkları da gerçek.
SilHatta bunu yapan Çetin Altan'ın dedesi imiş. İnanmıyorsanız gidip ona sorabilirsiniz.
Aforizmik bilgeciğim, elbette Atatürk de dahil herkes eleştirilebilir. Ben, bir olayı sadece bir kişinin veya sadece bir kesimden değil; karşı kişiden de izlemeni yine de naçizane öneririm; çünkü aynı olayı iki farklı kişi veya 100 farklı kişi farklı şekilde anlatsa da, doğru tekdir. (Polis merkezlerinde bir banka soygunu olduğunda görgü tanıklarına başvurulur. Bunlardan soyguncuları tarif etmesi, soyguncuların liderini tarif etmesi istendiğinde, şaşılarak görülmüş ki, herkes farklı farklı tarif ediyor. Yani zordur gerçeğe ulaşmak.
YanıtlaSilDinci sözcüğünü dindardan ayırt etmek için kullanıyorum ben; ikisi farklı çünkü.
Dindar mesela orucunu tutar, dinci orucunu tutar ama komşusu Ahmet diyelim tutmuyorsa ona düşmanlık besler. Dindar ise aynı komşunun oruç tutmadığını bilse de umurunda olmaz, seviyorsa komşusunu sevmeye devam eder.
Her devrimde bir takıp kalpler kırılır, Kızıl Devrim'de de kırıldı, Fransız İhtilali' nde de kırıldı, kırılmaması mümkün değildir; çünkü devrimi yapan lider aynı anda her şeyin farkında olamaz, her şeye koşturamaz, onun adına birileri bir yerlerde bir kötülük de yapsa haberi bile olamaz ama bir insanın sırf şapka giymediği, kravat takmadığı için asılacağına sanırım sen de inanmazsın. :)
müfred hanım (sanırım bana yorum yazmış) Çetin Altan'ın dedesinden bahsetmiş, Çetin Altan da, dedesi de hayatta değiller ki, kime soracağım anlayamadım.
Bu arada şapka yüzünden asılanları fotoğrafı diye bir fotoğraf dolaşıyor internette, Twitter'da filan.
Ben de gördüm. Araştırınca, fotoğraftaki idam edilmiş asılmış (erkeklerdi) zavallıların 2. Dünya Savaşı'nda Naziler tarafından asılan Polonyalı direnişçiler olduğu ortaya çıktı. Fotoğrafın orijinali de vardı ve Rus makalesiydi, yazılar Rusçaydı hatta. O yüzden internette gördüğünüz her fotoğrafa bence hemen inanmayın. Başka sebepten asılmış bir kadına "Şapka giymedi" diye asıldı demiş olmaları da mümkün.
Velhasıl bence araştırmalı....tek yönlü beslenmemeli:)
Üç hafta boyunca Esma ESad'ı kanserden öldü biliyordum. Komşuma da telefon ettim, o da şaşırdı, üç hafta sonra bir baktım! Kadın hayatta! Düşün 2024 yılındayız ve böyle bir bilgi kirliliğine ben bile ( ki, her şeyi araştırırım) kurbanı olmuştum. Bir sürü insan da "Hani kanserden ölmüştü?" dediler. Şaşırdılar benim gibi.
Bugün koca bir sene geçti mutlu yıllar diliyorum.
https://m.youtube.com/watch?v=wMFAGDil7vg
SilBen bu yazıları Kadir Mısıroğlu'nun bir kitabında okumuştum ama siz bence buradan bakın.
Unuttum pardon...
YanıtlaSilSonradan aklıma geldi, şapka kanunu yanlış hatırlamıyorsam sadece TBMM üyeleri, milletvekilleri, ve erkek memurlar içindi. Kadınlar zaten erkek gibi fötr şapka takmazlar.
" Keşke Yunan kazansaydı" diyen Kadir Mısırlıoğlu'na mı inandın Müfredciğim?
YanıtlaSilÜzüldüm. Sen akıllı bir kızsın.
Bakarım tabii ki, sen de Nazilerin astırdığı fotoğrafın aslını ve iftirasını görmek ve okumak istersen benim bloğumda Atatürk fotoğrafı var, üstte-sağda. Oraya tıklayınca bu konu da var, oradan görebilirsin.